3 Kasım 2009

Satranç Dersleri İlhami Çiçek

ile Nurdal Durmuş

Satranç Dersleri İlhami Çiçek

İlhami Çiçek, Hayatı ve Şiirleri

1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sırasında büyük babası, ailesi ile birlikte Kafkasya’dan Erzurum’un Oltu iline göç eder. İlhami Çiçek öğretmen bir baba ile ev hanımı bir annenin oğlu olarak 1954 yılında burada dünyaya gelir. Üçü erkek, ikisi kız olan beş kardeşin en büyüğüdür. Henüz 7 yaşında iken kardeşi ile samanlığın damında oynarken aşağı düşer ve yaklaşık bir gün boyunca baygın kalır. Bu kaza, Arif Ay’a göre, İlhami Çiçek’in hayatının geneline nüfuz eden ürkeklik, durgunluk ve duygusallığın ana kaynağıdır.

Şair, ilkokul, ortaokul ve liseyi Oltu’da tamamlar. Ortaokulda iken şiire ilgi duymaya başlayan Çiçek, ortaokul ikinci sınıfta bir şiir okuma yarışmasında Faruk Nafiz Çamlıbel’in Çoban Çeşmesi adlı şiirini okumuş ve ikinci olmuştu. Lisede iken Adımlar dergisinin düzenlediği bir şiir yarışmasına Otel Odası adlı şiiri ile katılır. Otel Odası yarışmadan birincilikle döner ve Adımlar’da yayımlanır. Bu aynı zamanda şairin yayımlanan ilk şiiridir. Lise yıllarında sol görüşe sahip bir grubun lideri olan Çiçek, bu görüş nedeniyle karşıt görüşlü öğrenciler tarafından feci şekilde dövülür. Okul arkadaşı Metin Cengiz’e göre Çiçek’in bünyesini hırpalayan etkenler arasında bu olayın da payı oldukça yüksektir. 1975 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesine kaydoldu. Öğrencilik döneminde vekil öğretmenlik yaptı. Son Öğrence adlı şiiri, şairin vekil öğretmenlik döneminin bir meyvesidir. Öğrenimi sırasında Divan edebiyatı, Tasavvuf edebiyatı ve Türk halk edebiyatı alanlarında yaptığı çalışmaları çeşitli yerel dergi ve gazetelerde yayımladı. Çiçek’in bu ilgisi ömrünün sonuna kadar sürecek, Âşık Hüseyin Sümmanioğlu ile görüşecek hatta O’na 11’li hece vezni ile şiirler gönderecektir. Üniversite yıllarında önce Ali Göçer ve Fuat Altınsoy’la, sonra onların vasıtasıyla Arif Ay’la tanışır. Arif Ay, İlhami Çiçek’le olan arkadaşlığını anlatırken; “Her ders arası buluşuyoruz kantinde. Hep suskun. Hepimizin genel özelliği bu: Suskunluk. Az konuşuyoruz ya, ‘öz’ oluyor konuştuklarımız. Çağ, insan, sanat-edebiyat oluyor konumuz da. Bu ilk tanışma, gün gün boyutlanarak anlamlı bir birlikteliğe dönüşüyor.” cümleleri ile özetlemektedir. İlhami Çiçek’in 24 yaşındaki hâlini ise, şair Cahit Yeşilyurt şöyle tarif etmektedir: “Kısaya yakın orta boylu, ince buğday rengindeki bir yüz ortasında hafifçe eğimli bir burun, ince dudaklarının pembeye çalan uçuk renkli kıvrımı üzerinde eril bir toplam gibi duran şık bıyıklar. Oldukça kısa kesilmiş favoriler ve başının yanlarından kırpılmış yukarıya doğru genişleyen kumral saçların biçimlendirdiği sevecen bir baş figürü. (Bir ara gençler arasında ‘Travolta biçimi saç’ adıyla moda olan tıraş biçimiydi sözünü ettiğim). Hepsinden önemlisi, hüznün yaka-paça ettiği kişilere özgü, iki ürkek kuş tüneği gibi göz yuvalarına yerleşmiş iki kahverengi göz ve gözler altında belirsiz sürme izi örneği halkalar ortasından hep uzaklara kayıp giden uçan bakışlar.”

Fakülteden mezun olduktan sonra 1978 yılının Nisan ayında Kırıkkale Lisesi’ne Edebiyat öğretmeni olarak atanır. Aynı okulda Fransızca öğretmeni olan Cahit Yeşilyurt vasıtasıyla Nuri Pakdil’in yönettiği Edebiyat Dergisi’nde ürünlerini yayımlamaya başlar. 1979-1983 yılları arasında özellikle Satranç Dersleri adlı sekiz bölümlük şiiri ile adından söz ettirir. Bu dönemde kendisini tamamen şiir çalışmalarına adayan şairin sağlığı gözle görülür bir biçimde bozulmaya başlar. Doğru düzgün yemek yemiyor, gelgelelim sigara ve çayı ise başköşeye koyuyordu. Rahatsızlığı zaman zaman çevresindeki arkadaşlarını tanımama/hatırlamama boyutlarında nükseder. 1980 yılından itibaren Pendik Lisesi’nde öğretmenlik görevine devam eden Çiçek, 1981 yılında kendisi gibi öğretmen olan Hamiyet Hanım ile evlendi. 1983 yılının Mart ayında kısa dönem askerlik görevini Tokat’ta yapmaya başlayan şairin, nörolojik rahatsızlıkları arttı. Tedavi amacıyla Mevki Hastanesi’ne sevk edildi. Mevki Hastanesi’nde iken kendisini ziyaret eden Arif Ay’a durumunu “Bahçeye bile çıkartmıyorlar.” cümlesi ile anlatmıştır. Kısa süren bir tedavi süresinden sonra iyileştiğine hükmedilerek taburcu edildi. Ali Karaçalı vefatından önceki ay Kayseri’ye seyahat ettiklerini, iyi vakit geçirdiklerini yazar. Hatta Temalar bu gezinin eseridir. Karaçalı, Çiçek’i iki hafta sonra kışlasında ziyaret etmek istediğinde ise, şair bilinmeyen bir sebeple bu görüşmeye gelmeyecekti. Terhis olmasına az bir süre kalan ve askerî teçhizatı alınan -refüze- şair, 14 Haziran 1983 tarihinde görev yaptığı karakolda vefat etti. Vefat ettiğinde bir yaşında olan Abdurrahman Nuri adlı bir oğlu vardı. Cenaze töreninde Nuri Pakdil, “Bugün bir şiir sandığı toprağa gömüyoruz.” demiştir.Çiçek, M. Latif – GöğEkin sf.Ben şair İlhami ÇİÇEK’in kardeşi Mehmet Latif ÇİÇEK, ağabeyimin ölüm nedenini GÖĞEKİN(bu adı fotoğrafından karakalem resim çıkaran rahmetli Necdet KONAK’ın önerisi ile verdik)adlı kitabımızda açıkladık, tekrar edelim; Ağabeyim beyinde zuhur eden bir hastalıktan dolayı zaman zaman nöbetler geçirirdi, o dönem(1980 yılı) Prof.Dr. Rasim ADASAL’a tedaviye götürürdük, hocanın bize söylediği hastanın nöbet geldiğinde beyin kontrolünün kaybolduğu ve yalnız bırakılmaması gerektiği şeklinde idi. Sakin bir hayat ve iyi bir bakımla beyin hücrelerinin beş yıl içinde normal seyrine girebileceğini, bu süre içinde bedenini yoracak iş ve ortamlardan uzak kalması gerektiğini ifade etmişti, nitekim ölümü tedavinin beşinci yılına girildiğinde olağanüstü şartların olduğu Tokat’ta askerde vuku buldu. Ancak çeşitli yayınlarda, internet sitelerinde hala intihar etti diye yayın yapılması ağabeyimin yazdıkları ile imanı arasında köprü kurmaktan aciz, iyi niyetli olmayan ifadeler olarak değerlendiriyorum .Lütfen tarihe intikal eden, Türk Edebiyatında yerini almış ve insanların gönlüne iltica etmiş , bu toprakların kutlu evladı İlhami ÇİÇEK’in ruhun azap çektirmeyelim.

İLHAMİ ÇİÇEK ŞİİRİ

“Saygı uyandıran bir ciddiliğe, hayranlık uyandıran bir inceliğe” sahip olan İlhami Çiçek’in en tanınan şiiri sekiz bölümden oluşan Satranç Dersleri’dir. Başlangıçta tek bir şiir olarak düşünülen Satranç Dersleri, Edebiyat Dergisi’nin sayfa düzenini yapan Necip Evlice’nin inisiyatifi ile ikiye bölünerek ayrı ayrı dergiye alınmış, bu sayede diğer altı bölüm de yazılabilmiştir. İlhami Çiçek, Necip Evlice’yi Heybeliada Senatoryumu’nda ziyaret ettiğinde O’na “Satranç Dersleri’nin bu kadar uzun bir şiir olmasını sana borçluyum” demiştir. 1979 yılından itibaren dizi olarak Edebiyat Dergisi’nde yayımlanmış, vefatından kısa bir süre önce diğer şiirleri ile birlikte Satranç Dersleri adı ile kitaplaştırılmış ve Edebiyat Dergisi Yayınları’nın kırkıncı kitabı olarak neşredilmiştir. Eser, aynı zamanda şairin hayatta iken yayımlanmış tek kitabıdır. Şair, kitabı için Düş Gören Atlar, Kâbusa Beyaz Bir Su, Bu Hüznün Mesnevisi ve Satranç Dersleri olmak üzere dört farklı isim belirlemiş ve tercihi yayınevine bırakmıştır.

Üniversitede iken satranç turnuvasında birinci olacak denli iyi bir satranç oyuncusu olan İlhami Çiçek, ‘neden satranç?’ sorusunu şöyle cevaplıyor: “Satranç oyununu kullanmam rastlantı değil. Geometrik bir tarih âdeta satranç. Yaşama tam denk düşüyor. Yaşam da bir geometridir, evet, ama epeydir yüzü çizik çizik bir ‘satıh’ görünümünde.

Bir de oyun sözcüğü… şiirli, katı, acımasız, yoğun çağrışımlı bir sözcük oyun sözcüğü. Sonra oyuncu, çağ’dır. Satranç oyununun kendisi de bir şiirdir. Oynarken bilinçle yenildiğim olur. Karşı taraf şahımı sıkıştırdıkça fevkâlade anlar yaşarım. Bütün bunlardan yararlandım elbet. Çağımdan, tarihe, Öğretiye sürekli göndermelerde bulunarak bir oyun kurmak istedim.

Ahmet Oktay, İlhami Çiçek hakkında konuşan nadir şairlerden biridir ve onu ‘İslâmcı Şair’ olarak tanımlar. Bununla birlikte Oktay’a göre Çiçek; İslâmcı Şiir’in yükselişinde payı olan ‘ama’ modernist şiirle bağ kurarak şiir yazan ve şiirlerinde “gizilgüç halinde bir günah ve zina korkusuna ilişkin imgelere rastlanan bir şairdir. Mehmet H. Doğan ise Çiçek’i ‘sağ şiir’ kümesine alarak şöyle diyor: “Sağ şiirin, hâlâ İkinci Yeni’nin ilk yıllarındaki “imgeleri yenileme, canlandırma” dönemini yaşayan bir örneği İlhami Çiçek’in şiirleri. Bu konuda en ilginç tespiti ise, C. Hüseyin Düz yapmaktadır: “Sağ, müntehir şair İlhami Çiçek’i; sol, müntehir şair Nilgün Marmara’yı, aynı ideolojik ritüellerle aforoz eder… Elbette, bu tespitleri haksız çıkaracak, İlhami Çiçek hakkında yakın çevresi dışında dönemin şairleri arasında konuşan ya da yazan yok. Bununla birlikte İlhami Çiçek; Nâzım Hikmet için “Nâzım toprağını, toprağın insanını ilk defa sözle okşayan şairdir bana göre veya Cahit Zarifoğlu için “Sanatının sevilmesi, saygı duyulması” cümlelerini kurabiliyordu. İbrahim Eryiğit’e göre de durum böyledir ve bu durumu kardeşi Mehmet Latif Çiçek’e “İlhami Çiçek’e şair olarak bir çerçeve çizecek olursak Ahmet Oktay’dan C.Süreya’ya, Ahmet Telli’ye kadar farklı kesimlerce tanınıyor. Fakat ben İlhami Çiçek’in bizim kesimce hem şiirinin hem de şahsiyetinin yeterince tanınmadığı kanaatindeyim. Siz çok yakını olarak neler söylersiniz?” cümlesi ile sorduğunda,Mehmet Latif Çiçek ağabeyinden bir alıntı yapıyor ve “azaldı/halk içinde yüzdeki ben gibiler” mısraı ile cevap veriyordu.

Çiçek’in şiirlerinde işlediği konudan mütevellit satranç taşlarının adları sıklıkla geçer. Bundan maada; hayvan imgelerine, bolca telmihlere ve teşbihlere rastlanılır. Hüzün, yalnızlık, kentleşme korkusu, çağa karşı duran insan gibi konular İlhami Çiçek şiirinin diğer payandalarıdır.

Vefatı Hakkında Görüşler

İlhami Çiçek’in vefatı hakkında açıklanmış resmi bir rapor olmaması, O’nun vefatı hakkında süregelen bir tartışmaya neden olmuştur. Görüş bildirenlerden bir kısmı, şiddetli bir epilepsi nöbeti esnasında aklî melekelerini kaybederek pencereden atladığı üzerinde; diğer bir kısmı ise intiharı amaçlayarak pencereden atlamış olduğu görüşünde birleşmektedir.

Bir görgü tanığı: İlhami Çiçek “yakalandığı hastalıktan” ölmedi. İntihar etti. Tokat’taki askerliği sırasında. Ki ben de o tarihte orada askerdim. Cansız bedeni akşam karanlığı çökene kadar da düştüğü yerde, “don” katına bekletildi. Bizim bölük, eğitim sahasından tadat alanına giderken üzeri kahverengi bir battaniye ile örtülmüştü. Sonra da ambulans geldi. Kaldırıldı İlhami Çiçek.
1984 tarihli Türkiye Kültür Sanat Yıllığı: İlhami Çiçek, daha önce yakalandığı sara hastalığına ait bir kriz sonrasında vefât etti.
İsmail Bingöl: Ve, askerliğinin bitmesine çok kısa bir süre kala, geçirdiği şiddetli bir kriz sonrasında vefat eder.
Metin Cengiz: Kemal Bey’e karışıklıkları önlemek amacıyla tedavi için kaldırıldığı bir hastanede mi yoksa, yoksa askerlik yaptığı kışlada mı intihar ettiğini soruyorum. Tokat’ta askerlik yaptığı yıl (1983), 13 Haziran’da kendini pencereden atarak intihar ettiğini söylüyor. Ben ise merdivenden kendini atarak intihar ettiğini duymuştum. İkinci defa kısa bir süre için tutuklandığım Tokat’ta, aynı kışlada. Söyleyen çavuş kulak dolgunluğu ile yanlış anımsıyor olabilir.
Mehmet Can Doğan: Sara nöbetleri, söze sığınış, edebiyata tutunma çabası ve yirmi dokuz yaşında intihar. Yakın çevresi; İlhami Çiçek‘in intiharını bir şanssızlık, “sara hastalığına ait bir kriz”, “karşı konulmaz bir biçimde parlayıveren kader flaşı”, “şiddetli bir krizin sonu” olarak yorumladı. Bu tür yorum ve sunuşlarla eylem, örtülerek bir “kaza”ya dönüştürüldü.

İLHAMİ ÇİÇEK ESERLERİ

Şiir – Satranç Dersleri (1983)

https://www.youtube.com/watch?v=d7fMbE6Zvak

Satranç Dersleri / İlhami Çiçek

1
uzun bir nehirdir satranç
kıvrak ve uzatarak boynunu
nice güneş batışını yerinde görmüş boynunu
oysa veba tarihçileri bilmemişlerdir
her karenin bir karşı veba girişimi olduğunu

göğe bezgin bakanların bir türlü öğrenemediği
bir oyundur satranç

evet ilk aşk gibi bir şeydir ilk açılış
artık dönüş yoktur
kuşku bağışlanmasa da
tedirginlik doğal sayılabilir
ancak
yürümenin dışında bütün eylemlerin adı
kaçış kaçış kaçıştır

çapraz özgürlüklerinde filler
acılardan yapılmış bir alanda
ne zaman ki esrirler
yazsak defterlere sığar mıydı
şah açmazında vezirin ölümcül tutkusunu
yerine göre piyon da bir tufandır
içinde hep bir vezir sürekli mahzun
düz gider çapraz vurulur ve uzun uzun
günbatımlarını çağrıştırır

hüznü uçlarından dolanıp
yalın sıçrayışlarıyla piyonlar arasından
ürkek ama cesur ama sevimli
açsa duyargalarını o tarihsel şiire
iyi bir oyuncu en çok atları sever

sen ey atını kaybeden oyuncu
bir ilkyazdan koca bir güzyontan adam
bırak oyunu

artık
öyle bir ıssızlık düşle ki içinde
yeryüzünü kişnesin
bizim atlar

2
nicoldu onca oyuncu
oyarak
ette oyuk seyirmesinden
oyun kurarlardı

kaçıp
da süleymandan
kaf dağında otururdu
anka nicoldu

o mağrur gemiler ki açıklarda
güneşin şanla her akşam ufala ufala battığı
suların kabarıp taşarak savrulduğu oradan
kesik bir insan başı gibi taşra düşüp
helak oldular

ün geldi ey iskender
çok acaip gördün ömrün tükendi
geri dön
ürktü
ki endişe
dünyadandır ve hayal hiçtir
sözü onun
…avda
yine geri dön bu son
yoksa öleceksin gurbette
dedi ses ve işitip ağladı
o koca iskender ki
tuhaf matlar yapardı
mat oldu olağan biçimde

artık anlaşılmıştır günün akşamlılığı
kesin mat yok
iyi oyun vardır sadece
ve satranç aslında dalgınların oyunudur
dalgının ölüm karşısındaki sükuneti
düşmana
ölümün dehşetinden korkuludur

eğilip o oyuncu
uzatsa boynunu buyruğa

taşlar sürüldüğünde
kaleyi buyruksuz düşündü mü kişi
demek ki bütündür sallantıda
demek ki gök de anlaşılmaz bir biçimde ölü
cinayetlerde yeryüzüne paramparça dağılmıştır
aşk ve umut dağılmıştır
koygun bir gece gibi günü kaplayan
sevgilinin gözlerindeki zeytin siyahını
o oylum oylum kabarık şiiri
kaplayan
bir şeyse buyruksuzluk
taşlar sürüldüğünde
alıp kişiyi kayalar çarpar buyruksuzluk

çağı binip
cübbesinden gözükara süvariler çıkaran
o beyaz taş oyuncusunu nerde bulmalı
tutup üzengisinden öpüp koklamalı

3
söyleyelim eBİR
ha
in
dir
eSekiz yok
yok ayrı bir düşman falan
genç çeri
ey e hattındaki budala
-Tanrım ne saflık-

bir ara dilim sürçse
de at kıskacını anlatsam
desem ki Ha-
derler ki kemik atıyor
köpek resmine bu adam

anlat
apaçık olanı
gecedir halk
etinin önünde anlam
katledilmiştir

vardın
söylemezler otlar
çok sütun düştü
nice bir taş
ne zamana yetiştin

aykırı sür
çalka
de ki ey at kıskacı kabaran
ateş almış ve ey at kıskacı
diye bağırarak
o oyuncu
oynadığında seni
konuş benimle
sana hizmet danışayım

4
hüzün
yalındır-dağdan
aparılmış kar topakları gibi

yel ki ince
ipince bir teldir kopmuştur

insan
azar azar kopmuştur

yalnız hüznü vardır kalbi olanın
hüzün öylece orta yerdedir
tuhaf bir yarma yaşanıyordur
çepçevre şeytan kilitleri

sınav

5
bir oyuna rasgeldim
her taşı yakup hüznü

anlat
bu boşalmış at
hüzündür

yanında
kalfa
çırak
ben bir oyuncu tanıdım
daha
ataktı

gördüm ki çatlıyordu
kara kuzgun

kabusa beyaz bir su
oyuluyordu

‘ve sabır
olmasaydı
yeryüzünde
birgün
kalınabilir miydi?’

6
bu hüznün
mesnevisi yazılmadı
gürbüz tarhlar öldü
o ceylanda
bir kaç minyatür
mütekeddir
-de bana bu esrime
bu koygun minyatür yalnızlığından
başka nedir-oysa
kocamandır aşk
usanç
hep eksiler alanında
olup biten bir şeydir
parçala bu trajik geçidi
o taşı sür ey insan
taşı taş-çünkü saat
sınanan bir süreçtir ve atlar
yanıldıklarında
kaygan
o karangu duvarına çarpıp kuşkunun
düşer ölü atlar

çünkü satrançta
çünkü orada ve burada
her zaman
öğretidir zaman
aşkın da
katları vardır-kadim
kabarık bir öyküdür alınyazısı

ey aşk
elbet başındasındır bela kitabının
ne çok dilin var
gece ki anlamadı
şu anda
o
ibrahim ve ishak
yargıç yok taşı kim atacak
leyla bilmez mi gerekli olduğunu
diye döğünüp duran
gece ki ey gece
o külli aynalar
seni ararlar
ıssız bir hat fotoğrafın
dan sana çıktım

oynanan
göstermelik bir son oyunuydu
aldandın
ağır taşlar verdik
…ve ay seni bulduğunda
yani ki kanıtladığında kendini
ben
müthiş bir başlık atacağım
şiirime
sevgili gecem diye
7
şebçerağ
söndü mü
diye bir ses

sahi şebçerağ nerde
iskender! iskender!
diye bir ünlem

bu nasıl iskender
aramaz bengisuyu
diye bir hüzün

‘hişt! dostlarıma şunu haber ver
denize açıldım
ve gemim parça parça oldu’
diye bir im
denli narindir intikam

intikam içli bir marştır gerçekte
bir ara ses aygıtını yırtarak çıkarılırdı
o şimdi
dışlanmış bir taş olarak
karlı kış gecelerinde
acılı bir genç şairin her geçişte
hüznüne tanık olduğu
metruk bir kümbet denli müşahhas
aşktır-ve o
ne rahim bir yürüyüştür gecede

(o yıllar bir ressam tanırdım
gök çizemezdi
yüksek evler yapardı yitik kadın yüzleri- bir güm
o kentin
-tarihsel bir kenttir-
o çarşısındaki hasır iskemleli kahvede
onu bir cenini çizerken ağlar gördüm
bütün öğeleri belliydi ama neden gözsüz
ama neden bir kaleden artmış kapı tokmağı gibi
ıssız ve dokunaklı
diye sormadım çünkü ben
ağlayanları severim ve güzeldir ağlamak
denebilir ki-
bir insan en çok ağlarken güzeldir
vakit de akşamdı dışarda kar vardı
kar yüzyıllardır alabildiğine vardı
insanlar doğar konardı konar göçerdi
sonra o bütün resimlerini yırttı-
birden kaybolmuştu
arıyor diye duydum bir şeyi
çağın unutturmak istediği
belki derin bir gök resmini
ye’si biçen o eşsiz kılıncı gürbüz hamleyi)

bu taşı da sürüyorum
koyar gibi o güzel yapının üstüne
ya da komaz gibi taş üstüne taş
(ben daha çok taşları mı anlıyorum nedir
ve nedir taş-
çakmak taşı satranç taşı
sapan taşı göktaşı)
reddetmek gerekiyor kimi taşları ve şeyleri

sözgelimi sapan taşını
-o göz çıkarır sadece-
ortadaki gökkasabı gökdeleni
tanrısız tecimevlerini caminin hemen önündeki
ana caddedeki aykırı kadın salınışını
yanlış konumunu gülün evlerde bahçelerde
ve hatta parklarını bile bu taş mekanın
reddetmek gerekiyor

çağa çıktığımda
kan- çoğalan bir suret ve kendini
ta içerlerde bir yerin üşüyor-duymuyormusundur
yinelenir durur -şu sanki ne diye- akşam ki
dönüp nefsini içine tuttuğun yüzündür
senin yüzün -paramparça
bölük pörçüktür
şu kuytu kalabalıkta
şu yalnızlıkta
ivedi ve kirlisarı
dişiliğini kullanıyordur kuşku
lüks oteller gibi kuşku
kuşku

(çağı deştiğimde
o yüz
diyor yoruldum -aynalar
gösterebilir mi hiç -bana sonumu
nedensiz başladım oyunculuğa
bitireceğim raslantıyla -oyunumu
dostlarım da
var -intiharlar
her akşam ıslak-yapışkan
saçlarıyla girip odama
paniğimden pay toplarlar)

azaldı
halk içinde yüzdeki ben gibiler
eldeki siğile
çıbana -etin yumuşak bir yerinden sökün eden-
döndü halk ve cüzzam ne yürüdü
ve hep bir yaprak değil miyiz ki
bir zaman yarıp çıkmak serüveninde
özdalımızı
topu topu bir mevsimi yaşarız işte
müşa’şa’ bir sonbahar figüranıyız
hepimiz de
ve cüzzam ne gün yürüdü sormalı
değil mi ki ebabil
adil
bir infazın adıdır
ve insan
-ne şu ne bu-
iyioyunundan
sorulmayacak mıdır
8
(kıstak)
her dakika
henüz ölmüş gibi ebuzer
kimsesizsindir
içlemin gamevi ay emek

kesik kesik solur
avcının elegözlü nesnesi
kaybettiğin divit -kırdır
faniliğindir o ağaç ki
zekeriya onda saklıydı

yazı ebediyyen vardır
-ortadaki göçük
içerdeki dehşet
pusudaki bungu
kıyım mahzen kan –
çok kandil kırılmış -sanki geç
herşey için – niçin
ertelenir sanır insan herşeyi
öyle sanır – yeniden han
o ölümsüzlük gibi mutantan
taş – düşmüş
vardır – orada nasılsalar öyle
apaçık
kırıktırlar

dili faldır aşkın ey taş


Satranç Dersleri,  İlhami Çiçek (Şiir – Tam)

Nurdal Durmuş Sosyal Medya Hesapları.
Takip Etmek İçin;

InstagramFacebookTwitterLinkedin