Yeni Nesi Var Yeni Yılın?
Yeni Nesi Var Yeni Yılın? Her şey eskisi gibi sürüp gidiyor. Yeni yıllar, dünya hengâmesine dalıp hep yenilen -yine yenilen, hep kırılan -yine kırılan insanoğluna […]
Yeni Nesi Var Yeni Yılın? Her şey eskisi gibi sürüp gidiyor. Yeni yıllar, dünya hengâmesine dalıp hep yenilen -yine yenilen, hep kırılan -yine kırılan insanoğluna […]
Nasıl devam ediyordu Beatles’ın şarkısı: “Ansızın gördüm ki o eski halimin yarısı bile değilim.” Ayna Kimdir? Annemden öğrendiğim ilk şey; kendimden büyüklere, öğretmenlere, yaşlılara her […]
Geleneğin ortaya çıkmasında coğrafi şartlar, siyasi etkenler, iklim koşulları gibi durumlar etkin gözükse de din kavramı diğer tüm sebeplerin üstünde oturan ve geleneği biçimlendiren belki de en önemli katman. Din ve geleneğin iç içe oluşu, yaşam tarzının belirlenmesinde de belirleyici olmakta. Bu iç içe geçmişliğin ortaya çıkarttığı karmaşaya atfedilen kutsiyet de genellikle ilahi bir buyruk olarak adlandırıldığından, bölünmüşlük karşısında ne yapacağını bilmeden itaat yolunu seçen toplumun da inanç haritasını şekillendirmektedir. Her fırka kendi geleneğini de geliştirip, homojen ve hiyerarşik bir sisteme dönüşmeye oldukça müsait bir zemin geliştirmiştir. Buna göre ortaya çıkan yapı ve söylem kesinlikle eleştirilemez, yapının bayraklaşması ve belirlenen hedefe ulaşması yolunda her yol mübahtır, farklı söylemlerle bulunan kişi ve kurumlarla bağ kurulmasına sıcak bakılmaz, soru sormak ve düşünmek ayıp karşılanır, farklı bir görüşün dile getirilmemesi için de her türlü ortam hazırlanmıştır. Ortaya, içerisinde kendi örf ve geleneklerini oluşturmuş bir inanç biçimi çıkar ve kişi bu güç karşısında kendini çaresiz görüp, tüm akli melekelerinin üzerine kilit vurarak teslim olur ya da kendini kandırıp, aslında ne olduğunu bilmediği veya hiçbir zaman bilemeyeceği bir dizi ritüeli icra ederek inanma ihtiyacını karşıladığını zanneder. Bu yapılar, hayatın hemen her alanında bünyesinde barındırdıkları bireylerin düşünce yapılarına müdahil olup, şekillendirme görevi de üstlenerek; kişinin ne okuyacağı, neyi ne kadar düşüneceği, ne tarz ritüelleri yerine getireceğinden ne tarz giyineceğine kadar her konuda belirleyici unsur olur. Böylelikle herhangi bir yapıya intisab etmiş birey, kendini her anlamda yapıyı korumakla mükellef hisseder ve doğal olarak yapının otokontrol mekanizması da bireyler kanalıyla kurgulanmış olur. Bahsettiğimiz maddeler neticesinde ortaya çıkan model, dinin istediği özgür, orijinal ve düşünen birey olunmasını engellerken; tekdüze ve robotik bireyler ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu noktada “hangi din” sorusunun cevabı için kısa değerlendirmeler yapıp, konuyu devam yazımıza bırakırken, inanma ihtiyacının gerekliliğiymiş gibi dayatılan ezberci ve tekdüze zihniyete ilişkin, iki genel kabul görmüş din üzerinden kısa örneklendirmeler yapacağız.
Şairin Son Sığınağı “İntihar!” beni intihar ettiler antonin artaud “İntihar, korkunç bir ölüm şeklidir. Ona yol açan ruhsal ıstıraplar genelde uzun, şiddetli ve hafifletilemez olanlardır. […]
Medya Sinema ve Şiddet İlişkisi: Senaryo; Yılmaz Güney’in yazdığı Şerif Gören’in yönettiği Yol (1982) filminde Doğu’da “Namus Sorunu” yüzünden babası eşini terk eden kızını ahırda […]
Bütün hayatını kendinden daha fazlasına sahip olanları kıskanmak ve kendinden az varlığı olanlardan da kendisi gibi olacakları korkusuyla geçiren birey ve kurumsal tanımlamalar, hazcılığa yeni bir radikal bakış açısı getirmiş; kısaca hazcılığı putlaştırmıştır. Voltaire’nin “Gerçek ihtiyaçlar olmadan gerçek hazlar olmaz.” cümlesinden hareketle, ihtiyacımız olmadan kazandığımız şeyleri sadece tüketebileceğimizi oysa asıl olanın tükenmeyen hazlar, yani gerçek ihtiyaçlara sahip olma olgusu olduğunu söyleyebiliriz. Schopenhauer’in deyimiyle yeninin ömrünü kısaltıp hemen tüketen, eskileştiren bencillik ve sahip olma dürtüsü, insanların mantık ve akıl donanımlarından öte duygularına hitap eder. Bu bencil sömürü düzeninin deşifre olmaması için tüketmeyi ve satın almayı kolaylaştıran araçları da icat eden düzene “banka kartlarını, kredi müessesini ve taksitle her ürünü satma” kurnazlığını örnek olarak verebiliriz.
Arthur Schopenhauer’in zihinsel körlük yahut kötülüğün temelinde yatan şey, ruh boşluğu, (bönlüğü) olarak tanımladığı hedonizm günümüzde düşünceden, ideoloji, felsefe, sanat ve siyasi estetikten yoksun bir ortamda insan hayatını tüketim kuşatması altına alan en temel hastalıklardan biridir. Hazcılığın yaygınlaşması ve topyekûn hayatı kuşatmasının en temel sebeplerinden biri de hiç şüphesiz modernleşmeyle gelen tüketim ve buna dayalı yeni hayat standartlarını kabullenişimizden kaynaklanmaktadır. Modernizm, tüketim toplumu ve Hedonizm ilişkisi, bir yaşam kuramı olarak en belirgin şekilde özellikle sanayi devrimi sonrası kendini göstermiştir. Batı toplumu da sanayi devrimi sonrası tüketime endekslenmiş, düşünce algısına ve bu yeni yaşam standartlarına kapital müdahaleler yaparak satın alma algısının tanımını; ‘elde edilmek istenen ürünün yararlılığından ya da ihtiyaç olup olmamasından ziyade haz alma (tatmin) ya da sosyal statü kazanma eksenine’ kaydırmıştır.
– alt+enter tuşlarıyla alt sıraya satır kaydırılacağını bilmeyenler, çok iyi excel kullanıyorum diye mülakata gelmesin lütfen! – Layer mask, filtre, katman birleştirme bile bilmeyenler, cv […]
İnsanız işte, en çok imkansızlık içinde ne kazandıysak o kıymetli oluyor. Emek, iş, hayat, okul, başarı, kariyer, maddi ve manevi daha birçok şey. Hepsi imkansızlıkla […]
Türkiye’de Kadın Olmak!
Kadınlar:
Anne, sevgili, eş…
Ezilen, sevilen, uğruna cinayetler işlenen, ölünen, öldürülen…
Delirten…
Aşk duygusunu insana tanıtan, tattıran…
Bazen melek, bazen şeytan, bazen ateş ya da iffet…
Ya Züleyha, ya Leylâ ya da Meryem!