5 Haziran 2019

Vardar’ın Mahzun Güzeli Makedonya

ile Nurdal Durmuş

“Minare işte şurada gözlerimizin önünde
elimizin altında dümdüz
göğün mavi kâğıdının karşısında
bir tükenmez kalem gibi.
Fakat göğe mesaj yazabilmek için
onu tutacak onunla yazacak el yok ki.”

Blaje Koneski

Yazan: Nurdal Durmuş, Vardar’ın Mahzun Güzeli Makedonya 

Makedeonya Gezi Fotoğraflarına Buradan Ulaşabilirsiniz.

Yazan: Nurdal Durmuş, Vardarın Mahzun Güzeli “Makedonya”

Bazı şehirler vardır aynaya baktığınızı düşündürür. Bazıları duvara, bazıları içinize, bazıları geçmişinize ve geleceğinize, bazıları hayallerinize, hayal kırıklıklarınıza baktığınızı düşündürür. Bir şehre gitmekle geçmişinize gitmek, aynada kendinize bakmak ve yolunuzu her zaman bulmak duygusunu hissettiren ender ülkelerden biridir Makedonya. Yıldırım Bayezid’in 1392’de fethettiği ve 522 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalan ülkeye 6 asır sonra misafir olup ecdadımızın ayak izlerini sürmek, neler kaybettiğinizi görmek, nasıl yeniden kazanırız sorularını en çok kendinize sormak için Makedonya’dayız.

Ülkenin Büyük İskender havaalanının eski kasvetli duruşundan kurtulup başkent Üsküp’e doğru yol almak, unuttuğunuz geçmişinize yeniden dönmek gibi…

Başkent Üsküp girişinde sizi karşılayan soğuk beton binalar, duvarlara yazılmış sloganlar, yüzlerine hüzün çökmüş insanlar, alışveriş merkezlerinin karmaşıklığı, Türkiye’nin 90’lı yıllarını hatırlatıyor.
Brutalizm’in doruklarındaki mimari yapılar şimdinin kasvetini, Osmanlı mimarisi o kasveti yumuşatmak için asaleti temsil ediyor. Şehrin yetmişlerden çıkıp gelen hayalet silueti, o siluete huzur katan Osmanlı mimarisi arasında yol alarak ulaşıyoruz Üsküp’e.

Başkente adım atar atmaz Dusko Goykovich’in “The Nights of Skopje” şarkısını dinlemek keyifli olsa da ben ezan seslerine teslim oluyorum.
Uzaktan kulağınıza değen ezan seslerinin huzuru her şeyi unutturacak kadar kuşatıcı.
Bu yüzden Üsküp’ün bir başka ülkeye değil de Anadolu’nun herhangi bir kasabasına gitmişsiniz hissi uyandıran kuşatıcılığı var. Üsküp insana doğup büyüdüğü yerler gibi geliyor.
Sokaklarında yerlisi gibi dolaşacağınız, yabancılık çekmeden sizi kalbine alacak anneniz gibi…
Tanıdık bir dostla 6 asır sonra kavuşma hissi… Sıkıca sarılma…
Sonra derin bir sessizlik, sessizlik…

Eski Üsküp’ten manzaralar

Eski Üsküp’ten manzaralar

Başkent Üsküp sokaklarındayız.
Bugün hemen hemen bütün Balkan şehirlerinde olduğu gibi Üsküp’te de iki farklı şehir yapısı karşılıyor bizleri. Biri Osmanlı’dan günümüze emanet kalan klasik “eski şehir”, diğeri ait olduğu ülkenin modern yapılarıyla çağdaş kentler. Vardar Nehri’nin sol tarafında kalan Osmanlı’nın Üsküp’ü dramatik bir terk ediliş hüznü yaşarken, sağ tarafta Vodno Dağı’na kadar uzanan ve Yugoslavya’nın kucağında filizlenmiş zamane Üsküp’ü… Hıristiyan çoğunluğu nedeniyle daha çok güney tarafı gelişmiş olun Üsküp’ün mahzun kuzey tarafı 19. yüzyıl Osmanlı şehirlerini andırıyor. İşin doğrusu Osmanlı zamanındaki halinden sanki bir farklılığı da yok gibi.

İnsanoğlu ne zaman bu taraf ve öbür taraf diye herhangi bir tanımlama yapmışsa; bu ayrışmanın, ideolojik kamplaşmaların, vicdan kavramının devre dışı bırakılmasının kara bir habercisi olmuştur. Makedonya’nın her iki yakasında halklar birbirine karışmış, iç içe yaşasa da maalesef “bu taraf” ve “öbür taraflar” Taşköprü tarafından ikiye ayrılmış, inanç ve ideolojik kamplaşmalar kendini belirgin bir şekilde hissettirmekte… Bir tarafta camiler, tekkeler, ezanlar ve elifba öğrenmek için cami bahçesinde bekleşen çocuklar… Öbür tarafta geniş sokaklar, geniş meydanlar ve lüks barlar… Bir tarafta kahvehanelerde ince belli bardakları ile çay içen, umut büyüten, Osmanlı mirasını korumak ve yaşatmak için çabalayan Türkçe konuşan bir grup; diğer tarafta Osmanlı’nın ayak izlerini silmek için sembollerden hayat inşa etmeye çalışan bir grup. Bir taraf varoş diğer taraf metropol. Bir tarafta aniden karşınıza çıkan Türkçe kelimeler, çocuklar, Arnavut kaldırımları, diğer tarafta alev ve beton. Bir tarafta eski Osmanlı çarşısı Eminönü’nün yukarısındaki Tahtakale-Mercan tarafları ile neredeyse birebir benzeşen pazarlar; diğer tarafta modernite, tüketim toplumun her türlü ihtiyacına cevap veren markalar, gösterişli alışveriş merkezleri heykeller…

500 bini aşan nüfusuyla Üsküp’ün bir tarafında ötekileştirilmeye çalışılan Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar, Çingeneler diğer tarafta Makedonlar, Sırplar ve Hıristiyan etnik unsurlar… Oysa ne anlamı vardı şehirleri ortadan ikiye bölmenin. Herkesten önce buraya Persler, Makedonlar, Romalılar, Bizanslılar, Cermenler, Gotlar, Slav kavimleri ve Avarlar gelmemiş miydi? Sonrasında Hunlar, Oğuzlar, Peçenekler ve Osmanlı bu topraklara gelip yüzyıllık miras bırakmamış mıydı? Kimi gelmiş, şehirlerin göklerinde nöbet tutan minareler; kimi garibi, yolcuyu Tanrı misafiridir diye ağırlayan kervansaraylar yaptırmamış mıydı? İlim irfan öğretmek için mektepler, medreseler kurmamış mıydı? Çarşılar, bedestenler, hanlar, dükkânlar kurup vakfetmemiş miydi? Bölüşülemeyen koca bir miras bütün insanlığın hizmetine sunulmamış mıydı? Şimdi nereden çıktı inanç ve ideoloji kamplaşmalarla Üsküp’ün ruhunu elinden almak. Nereden çıktı insanlığın varlığından beri süregelen ötekileştirme duygusunun içimizde bir şehirde, kalbimizin orta yerinde Üsküp’te gözlemlemek… İnsanların ırkı, dili, rengi ne olursa olsun birbirlerini o taraf olarak görmeleri ne büyük bir çelişkidir.

Maalesef insana üzücü geliyor ama Üsküp’e sanki ruhunu kaybettirmişler. Hıristiyan fanatizmine kurban edilmiş bir kent havasına sokmuşlar. “Üsküp, Makedon şehridir!” mesajını veren bir mühür vasfıyla dağına taşına kiliseler, haçlar inşa etmişler. Üsküp, içinde barındırdığı mimari eserlerle, hâlâ bir Osmanlı şehri görünümünde olsa da şehrin belirgin Müslüman kimliği, bazı milliyetçi Makedonları rahatsız etmekte. Makedonya’nın Vodno Dağına 2001 yılında, Üsküp’ün o güzelim siluetini bozma pahasına, çoğu Makedon’un kentteki etnik kutuplaşmayı arttıracağından dolayı karşı çıkmasına rağmen dikilen yaklaşık 70 metre yüksekliğinde haç dikmesi, rahatsızlığın en belirgin kanıtıdır.

Yeni Üsküp

Yeni Üsküp

Şehirler iyidir fakat bu insanlara şehrin de bir ruhu olduğunu hatırlatmalı, bu anlamsız kamplaşmalardan uzak yeni bir hayat inşa etmeli diye aklımdan geçiriyorum.

Sonuçta bir şehri fethetmek o şehrin surlarını, kapılarını, şehirlerini topla tüfekle yıkmakla değil; o şehirde yaşayan insanların gönlünü fethetmekle mümkün olduğunu düşünerek önyargılarımı Vardar nehrinin sularına bırakıyorum. Ecdadımızın binlerce eser bırakıp toplumların yaşam haklarına saygı göstererek inşa ettikleri medeniyeti bu topraklarda insan onararak, ayrımcılık yapmadan kalpleri fethederek kazanmaya azimli tika, yunus emre enstitüsü gibi kurumlar ve çalışanlarıyla kucaklaşarak vedalaşıyoruz.

Gezi rehberi:
“Üsküp tarihi bir kent olmasının yanı sıra 500 bini aşan nüfusuyla ülkenin en büyük kenti olma özelliğini de taşıyor. Üsküp’e yolu düşenlere Old Bazaar’a diğer ismiyle Türk Çarşısına uğramalarını öneririm. Mustafa Paşa Camii, Kurşunlu Han, Sulu Han, Davut Paşa Hamamı, 15. yüzyılda inşa edilen Taş Köprü ve Üsküp Kalesi, Üsküp ve Makedonya ile ilgili tarihi ve kültürel ipuçlarını bulabileceğiniz eski tren istasyonu, St. Clementin Katedrali, Üsküp Saat Kulesi, Sveti Spas Manastırı, Hünkâr, Yahya Paşa, Murat Paşa camilerini ziyaret etmeden dönmeyin. “

Yol boyu Makedonya manzaraları.

Yol boyu Makedonya manzaraları.

Üsküp’ten ayrılıp Makedonya’nın önemli büyük şehirlerini gezmeye başlıyoruz. Lakin yol boyunca gördüğüm tabelalar, alfabe ve demografik yapısı farklıda olsa da Makedonya’da bir şehrinden diğerine geçerken yol boyu gördüğüm köyler, minareler, yeşillikler, çiçek açmış erik ağaçları, mezarlıklar ve manzara hep tanıdık geliyor.

Sanki İstanbul’dan Karadeniz’in herhangi bir şehrine gitmekle başkent Üsküp’ten turizm merkezi Ohri’ye giden yol ve yol üstünde gördüğünüz her şey aynı gibi.

Makedonya sınırları boyunca uzanan Şar Dağları’nı izlemekle Uludağ’a bakmak arasında bir fark yok.

Karadeniz bölgesinin coğrafi yapısıyla birebir örtüşen Makedonya dağ yamaçlarına kurulan köyleri, uzaktan size kendinizi hatırlatan minareleri ve doğasıyla yabancılık hissettirmeyen misafirperver bir vatan gibi kucaklıyor insanı.

Matka Kanyonu

Matka Kanyonu

Üsküp’e yaklaşık 20 km uzaklıktaki Matka Kanyonu yaklaşık 5 bin hektarlık bir alanı kapsıyor.
Kanyon mağaraları, yürüyüş patikaları ve berrak akarsularıyla adeta Makedonya’nın yeşilliğinin keşfedildiği bir yer.

100mt’den fazla uzunluktaki karst mağaraları nedeniyle Speleoloji bilimine (mağarabilimi) ilgi duyanların uğrak yerlerinden biri.

Treska Nehri kenarında Tanrının Kutsal Annesi adıyla da bilinen Matka Manastırında 15. yüzyıldan kalma freskler bulunuyor.

Kanyonda 1300’lü yıllardan kalma olduğu sanılan St. Andrew Manastırı gibi çok sayıda başka manastır ve kilise de mevcut.

Matka kanyonu aynı zamanda flora ve fauna açısından son derece zengin bir bölge.

Bölgede yerel güve ve kelebek çeşitlerinin yanı sıra ender görülen akbaba ve kartallar ve böcekbilimcilerin büyük kısmının bilmediği gece yaratıkları da görülebiliyor.

Harabati Baba Tekkesi:

Harabati Baba Tekkesi:

Kalkandelen (Tetova) şehrinde yer alan önemli bir eserde Harabati Baba Tekkesi. 1389’da Osmanlının yayılma politikaları sonucunda İpekyolu üzerine kurulan 500 tekkeden biri. Şehrin bir kenarında konumlanan külliyenin içinde birçok yapı, bahçe bulunuyor. Duvarlarla çevrili tekkenin giriş kapısı üzerinde yüksekçe bir de kule var. Tekke 1538 yılında kurulmuş. Tekke için 1799 yılında Recep Paşa’nın kuruculuğunda bir vakıf oluşturulmuş. Tekkenin kurucusu olan Ali Baba’nın Kanuni Sultan Süleyman’ın vezirlerinden olduğu belirtilir. Harabati Baba’dan itibaren “Harabati Baba Tekkesi” olarak anılmaya başlamış ve günümüze bu şekilde gelmiştir. Günümüzde içerisinde Alevi-Bektaşi cemaate mensup bir cem evi ve Müslüman cemaatin kullandığı bir de cami bulunmaktadır.

Ohri Makdonya

Ohri Makedonya

Tetova’dan ayrılıp Makedonya’nın turizm merkezi Ohri’ye doğru yol alıyoruz. Ohri sakin, tertemiz bir göl ve orman manzarasıyla karşılıyor bizi. Daracık taş sokakları, balkonlarından çiçekler sarkan evleri, sayısız kilise ve minareleriyle… Makedonların en sevdiği yerlerden biri olan ve övünerek bahsettikleri Ohrid’i (Ohri) kenti ve gölü Üsküp’e yaklaşık 150 kilometre uzaklıkta. Çevresinde 365 tane kilise bulunan ve Avrupa’nın en derin gölü Ohri adeta denizi andırıyor. Kent aynı zamanda Ağustos 2001’de imzalanan ve altı ay süren etnik çatışmalar son verilerek Arnavutlara insani haklarının iade edildiği anlaşmaya ev sahipliği yapan yerleşim bölgesi olması nedeniyle de önem arz ediyor. 1385–1912 arası Osmanlı hâkimiyetinde kalmış, Ortaçağ’dan ve Osmanlı döneminden birçok izler taşıyan, aynı zamanda Slav ulusların kullandığı Kiril alfabesinin doğduğu yer olarak kabul edilen şehir incisiyle ünlü… Ohrid Gölüne özel Ohrid alabalığı lezzetli. Şopska salatası kesinlikle denenmeli. Özellikle Ohrid gölü kenarında bulunan Aziz Kliment ve Panteleimon Kiliseleri, Samoil Kalesi çok ilgi çekici. Bodrum’u andıran sokakları ve doğasıyla Ohri görülmeye değer turizm şehri. Bu şehir aynı zamanda İttihad ve Terakki’nin kurulduğu yer olarak da biliniyor.

strumga

strumga

Struga:
Bu bölge içinde yer alan bir başka turistik şehir de Struga. Ohri gölünden doğan Kara Drin Nehri boyunca yer alan şehir sakin yapısı ve güzel doğasıyla Avrupalı turistlerin tercih ettiği yerlerden. Ohri gölünde tekne turu yapıp korsan şapkasıyla fotoğraf çektirmeyi unutmayın.

Üsküp Saat Kulesi

Üsküp Saat Kulesi

Üsküp Saat Kulesi / Sultan Murat Camii:

Saat Kulesi, 1556/1573 yılları arasında, Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılan ilk saat kulesi olma özelliğini taşıyor. Tarihi Sultan Murat camiinin yanında bulunan ve Üsküp’ün simgelerinden olan saat kulesi yüksekçe bir tepede bulunuyor. Avusturyalı General Pikolomini tarafından 1689 yılında ateşe verilen kule 1963 yılındaki depremde de büyük zarar görmüş. 2009 yılında restorasyonu yapılarak eski görünümüne kavuşturulmuş. Balkanların en eski ve en yüksek saat kulelerinden biri olan kule bahçesinde bulunan Sultan Murat Camii Üsküp’te Osmanlı döneminde inşa edilen ilk camilerden biri. Cami 1436 yılında Sultan Murad tarafından inşa edildi. Cami, Hünkâr Camii, Cami-i Atik ve en son olarak da Saat kulesine olan yakınlığından dolayı halk arasında Saat Camii olarak da biliniyor.

Taşköprü, Fatih Sultan Mehmet köprüsü Üsküp:

Vardar Nehri üzerinde ve Üsküp şehir merkezinde bulunan tarihi Osmanlı köprüsü. Kimi kaynaklara göre Mimar Sinan tarafından yapıldığı belirtilmektedir. 13 kemer gözü bulunan köprünün kemer açıklıkları ise merkeze doğru genişlemekte ve yükselmektedir. Köprünün toplam uzunluğu 220 metredir. Kemer açıklıkları açısından en küçük açıklık 4 metre, en büyük açıklık ise 13.48 metredir. Üsküp bölgesinde Fatih Sultan Mehmet köprüsü olarak da bilinmektedir.

Yahya Paşa Camii:

Yahya Paşa Camii, uzun ve adeta göklere kadar uzanan zarif ve kibar minaresiyle Üsküp’ün kuzeyinde bulunuyor. Caminin girişinde bulunan kitabeye göre, cami XVI yüzyılın başlarında Yahya Paşa tarafından imar edilmiş. Yahya Paşa Bosna ve Rumeli beylerbeyliğinde de bulunmuştur. Evliya Çelebi’nin Seyahatname ’sinde caminin güzelliğinden ve minarenin uzunluğundan bahsediliyor. 1963 yılındaki Üsküp depreminde ciddi hasar alan cami depremin ardından tekrar onarılarak hizmete açılmıştır.

Üsküp'e veda

Üsküp’e veda

Veda:

Artık toparlanma vakti.
Gezildi, görüldü, anlamaya ve anlaşılmaya çalışıldı, notlar alındı, geçmişe dönüldü, geleceğe gidilemedi ve zaman ayaklarımızın altından Vardar Nehri gibi hızlıca aktı.

Her şeyden önce gitmeden az çok fikir sahibi olsam da üç günlük bir seyahatin bu toprakları bilmeye, anlamaya yetmeyeceğini belirtmek isterim.

Ama biliyorum ki bir şiirin, öykünün, şarkının ya da bir dostun elimizden tutarak götürdüğü; sevdiğimiz insanların çağırdığı, kendine âşık ettiği şehirlerden biridir Üsküp.

Bu yüzden anlamak yetmese de sevmek için tek sefer bile yeterlidir.

Saat kulesi meydanında Murat Paşa Camii avlusunda elifba okuyan çocuklara rastlamak, gülen gözlerine bakmak, umutlarını, sevgilerini hissetmek aynı dili konuşmak bile bu toprakları sevmek için yeterlidir.

Bu yüzden Makedonya’dan özellikle Üsküp’ten dönmek insana gurbete ilk kez giden birisinin burukluğunu hissettirir.

Not defterime “Bir yerden gitmekle, bir yerden geri dönmek arasında derin farklar vardır. Ben Üsküp’ten hiçbir yere gitmiyorum, sadece evime dönüyorum.” diye not düşüyorum.

Yanıma 6 asırlık çınar ağaçlarını, minareleri, ecdadın ayak izlerini, gülümseyen çocukları, Şar Dağları’nı, Vardar Nehri’ni kalbime alarak İstanbul’a dönüyorum.

Geride kalanlar ‘misafirlikte unutulan çocuklar’ gibi mahzun bakıyorlar arkamızdan.
Kendimce tam beş asır süren uzaklığa misafir olmuş, eti tırnaktan ayıran acıya son vermiştim.
Gördüğüm güzel bir rüya değilse yaşamaya değerdi.

Hoşça kal güzel Üsküp, hoşça kal sevgilim!
Vardar’ın mahzun güzeli! Hoşça kal!
Merhaba İstanbul, merhaba Üsküp’ün nazlı kardeşi!

Not Defteri:
-Halkın %58’inin büyük şehirlerde yaşadığı Makedonya 2002 sayımlarına göre yaklaşık 2 milyon insanın yaşadığı çok fazla sayıda etnik yapıya sahip bir devlet. Resmi sayımlara göre ülkenin en büyük nüfusu %64’le Makedonlara ait. İkinci sırada %25 25.17 Arnavutlar %3 oranıyla Türkler ve Romanlar, Sırplar, Boşnaklar, Ulahlar şeklinde azınlıklarla devam ediyor. Ülkenin kamusal alanlarında yönetim biçimi nüfus oranına göre temsil edildiğinden seçimlerde fazla nüfus göstermek için hem dış güçlerin hem de orda yaşayan grupların ciddi müdahaleler yaptığı aşikârdır.
—Makedon kanunlarına göre ülkede yaşayan her insan kendisini nereli hissederse oralı yazdırma hakkında sahip. Yani ben Türkiyeliyim, Amerikalıyım demeniz sizin o ülke vatandaşı olarak kayıtlara geçmenizi sağlıyor. Lakin bunun uluslararası bir geçerliliği yok.
—Makedonya’da en yaygın din %65 oranla Makedon Ortodoks Kilisesi’ne bağlı Ortodoksluk. İkinci sırada ise %34,3 ile en yaygın ikinci din İslam’dır.
—Ülkede yaklaşık 1200 kilise ve 400 civarında cami bulunmaktadır.
— Dağlık yapısı nedeniyle hayvancılık ve kısıtlı olarak sebzecilik gelişmiş halde. Makedonya’da ağır sanayi yok.
—Memur maaşları 400 Euro civarında. Makedonya’nın para birimi Makedon denarı.
—Makedonya’nın 3.000 askerden oluşan paralı bir ordusu var.
—Yemek kültürü Türkiye’yle çok benzer. Yerel mutfağın en sevilen tatlarının başında “Kaymakçina” geliyor. Tatlı, süt, yumurta, şeker ve undan yapılan lezzetli bir yiyecek. “Yugoslav Salatası” ve “Köprülü salatası” olarak da bilinen “Manca”, patlıcan, domates, yeşilbiber, sarımsak ve zeytinyağı ile hazırlanıyor. Kemiksiz kuzu etinden yapılan “Makedon yahnisi” de meşhur bir başka tat. Kentte ayrıca güveçte enfes kuru fasulye de pişiriliyor. Köfte ve kırmızıbiber turşusu nefis. Üzerine peynir rendelenmiş çoban salatası (Şopska) tadılmaya değer. Restoran ve kahveler oldukça ucuz.
—Türkçe olarak basılan gazete Balkan Gazetesi.
—Türkiye, Müslüman kesim tarafından Osmanlı temsilcisi olarak görüldüğünden Hıristiyan kesim tarafından da Makedonya’yı ilk tanıyan ülke olduğu için bölgede saygı duyulan bir konumda. Özellikle Müslüman kesimde Ahmet Davutoğlu ve Tayyip Erdoğan’ın popülaritesi oldukça yüksek.
—Türkiye Balkan Üniversitesi, Yunus Emre Kültür Merkeziyle bölgede ciddi bir eğitim prestijine de sahip. Üniversite ve her kesimden öğrenci eğitim görüyor ve başarılarıyla Makedonya’yı yurtdışında temsil ediyorlar.
—Birçok Osmanlı eseri bizzat Türkiye’nin destekleriyle restore edilmiş ya da edilme aşamasında.
—Ülkede Türk dizileri oldukça iyi reyting yapıyor. Gümüş, Kurtlar vadisi, Kollama gibi diziler meşhur.
—Makedonya en büyük ırmağı ülkenin tam ortasından geçen Vardar Nehri. Ülkede 50 kadar doğal ve yapay göl ve yüksekliği 2.000 metreden fazla 16 dağ bulunmaktadır.
—Ülkenin sokaklarında neredeyse polise hiç rastlamıyorsunuz. Trafikte araçlar önceliği hep yayalara veriyor.
—Nüfus dağılımına göre ülkenin önemli şehirleri: Üsküp (500.000), Kumanovo (71.000), Manastır (80.000), Pirlepe (68.000) Kalkandelen (60.000) Gostivar (46.000), Ohri (51.000), Köprülü (48.000), İştip (42.000).

Paylaşılamayanlar:
-Yunanlılar, Makedonların havalimanına Büyük İskender demesine karşı çıkıyor, İskender’in kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar.
— Yunanlılar Makedonların Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya (FYROM) ismini kullanmasını istiyor. “Makedonya ismi Yunanistan’ın kültürel ve tarihsel mirasını kapsar.” diye itirazları var. Oysa “Makedonya Cumhuriyeti” 125 BM ülkesi tarafından zaten tanınmış. Yunanistan ülkeyi tanımadığı gibi “İsmini değiştirmesini aksi halde Avrupa Birliği’ne üyeliğine kabul edilme durumunu veto derim.” tehdidinde…
— Rahibe Teresa da paylaşılamayan isimlerden. Ulahlar Teresa’nın “Babasının Ulah’ olduğunu, Arnavutlar ise, ‘Annesinin Prizrenli Katolik bir Arnavut’ olduğunu ve Üsküp’te yaşadığını iddia ediyor. Tartışma: “Rahibe Teresa bizim!”
— Makedonlar ünlü şair Nikola Vaptsarov için “Bizle beraber savaştı, bizdendi.” dese de Bulgarlar, “Bizim vatandaşımızdı.” iddiasında!
— Sırplar, Makedon kilisesini tanımıyor, “Bizim kilisemiz sizi de kapsar” diyorlar.
— Yunanlılar ne devleti, ne kiliseyi, ne de Makedon milletini tanıyor.
—Makedonların azizleri Aziz Kiril ve Aziz Metodiy (Kiril alfabesini bulan papazlar) kendi azizleri olduğunu söylüyor. Bulgarlar kendi. Sonuçta her iki ülkede de aynı isimde üniversite ve bolca heykelleri olduğu biliniyor.
— Osmanlı’ya karşı savaşan ulusal halk kahramanları Gotse Delchev’de bir başka sahiplenme konusu. Makedonlar “Bizim kahramanımız!” desede; Bulgarlar’ın pek kaptırmaya niyetleri yok gibi”
—Türklerle de paylaşamadıkları şeyler de var. Makedonlar Vardar’ın üzerindeki Fatih’in eseri Taşköprü’nün Roma imparatoru Justinyan’dan kaldığını iddia ediyorlar. Sırplar “Çar Duşan yaptırdı.” diyor.
Kaynak Gösterilerek alıntı Yapılabilir.

Nurdal Durmuş

Sosyal Medya Hesaplarını Takip Etmek İçin;

InstagramFacebookTwitterLinkedin