O “yaşanmış” olanın hepimize sirayet eden bu duygu aktarımı var. Hiç Sesler’i baştan sona okuyunca, yani Türkiye’de kadın olmaktan, Bosna’ya ve Aliya’ya, Türk Sineması’ndan, siyasete, Rachel Corrie’den hareketle vicdan meselesine ve oruca ve hatta öğretmenlere kadar birçok konuya kendi zihinsel birikiminden bakarken gerek bireysel tarihinin yaşanmışlığı, gerek babasının ve gerekse annesinin yaşanmışlığı üzerinden o bahsettiğim saklı odalarına girip, bizim ile tanış cümleler kuruyor.
“Deneme”, bir şekilde arada kalmış yazma pratiği… Roman, şiir ya da öyküye göre daha geride duran bir alan. Türk edebiyatında deneme yazarı olarak anabileceğimiz isim sayısı çok sınırlı. Nurdal Durmuş bir önceki kitabı Hayata Başlık Atamadım (Ares Kitap. 2005)’dan yeni çalışması Hiç Sesler’e, bu alanın geride duran ismi olarak hep ilgimi çekti. İyi bir denemeci olmasına karşın, “bu işlere” dair mesafesini bilinçli biçimde korudu. Hiç Sesler’de çok sıkı metinler var mesela. “Şairin Son Sığınağı: İntihar”, “Dünya Üç Günlük, Üstelik İki Günü Yaşanmış”, “Siyaset İçin Zarif Bir Dil Aranıyor”, “Türk Sineması Üzerine Mülahazalar”, “Bayram Şehri Terk Etti” gibi birçok yazı…
Nurdal Durmuş için, hayata, kendi otobiyografisini kimi vakit dahil ettiği bir “denenmişlik” katıyor da denebilir.
Ve belki hepimizin adına… Deneyip yanılmadan…