
Mevlana: Kamıştan Kopartılmış Ney!
Ne olursan ol gel demedi aslında “Her şeyden önce insan ol, öyle gel” dedi, ama anlayamadık.
Öylece destursuz girdik dergâhına.
“Hamdım, piştim, yandım” dedi ‘kamışlıktan koparılmış ney’in hikâyesini anlattı yine anlayamadık.
Eline eteğine yapıştık, postuna dergâhına yapıştık.
O elimize ilim tutuşturdu, biz paraları kapıştık.
Mevlâna diye ‘pideci, lahmacuncu, etli ekmekçi, otelci, turizmci, şekerci’ olduk yetmedi; Şems’ini pare pare edebiyatımızın edepsizliğine kurban ettik. O aşkın gözyaşlarını akıtırken biz iliklerine kadar duygu sömürdük.
Mevlanâ Sektörü diye ticari bir sermayenin ortağı yaptık, ama yine yetinemedik.
O dünle beraber gitti, düne ait ne varsa ‘bugün yeni şeyler söylemek gerek’ dedikçe biz yeni kapital kanallar bulup daha fazla nasıl sömürürüz [duyarsızlığını] kuşandık!
Mevlâna bir ilim adamı değil, kapital bir marka artık.
Değeri ilim olan insan, Mevlâna’yı öldürüp yerine piyasada alınıp satılabilen bir değersize dönüştürdü.
Belediyecilerimiz için oy, politikacılarımız için kitlesel barış güvercini, sosyetemiz için huzur elçisi, günahkârımız için vicdan rahatlatıcı, esnafımız için para kapısı, edebiyatçılarımız için çok satanlar listesinde hep bir numara artık.
Kimse yeni şeyler söyleme peşinde değil; aksine eskiye ait, nitelikli, saf, yalın ne varsa hepsini tüketme derdinde.
Mevlâna, Allah dostuydu şimdi popüler kültürün içi boşaltılmış bir öğesi.
Mevlâna, İslam davetçisiydi; şimdi hoşgörü adı altında sınırsız bir Hümanizm sembolü.
Mevlâna yanmak, pişmek, insan olmaktan bahsederdi; şimdi düğünlerden içkili mekânlara, resmi törenlerden sünnet merasimlerine edep, ilim, irfan bilmeyen cahillerin elinde cebine elini sokanlar tarafından ateşe atılıyor.
Farkında mısınız bir nevi para karşılığı Rûmî Meditasyon diye yeni bir sağlık sektörümüz, hatta yeni bir dini akım tehlikemiz bile var.
Söz çoğaltan Mevlâna, şimdi hayat azaltıyor.
Mevlâna ilimdi, kalplerde dirilişti, akıllarda bilgelik, eylemlerde kılavuz… Şimdilerde turizm elçimiz!
Sanki Mevlâna, dünyadan elini eteğini çekmiş, ilim irfanı bırakmış, neyini kılıfına koymuş, postunu ateşe atmış, dergâhını ticarete açmış… Sanki Mevlâna, kimsenin doğrusu-yanlışı, inanışı önemli değilmiş de “ne olursa olsun gelsin”ciymiş gibi bir yanlış algıya ve iftiraya maruz kalan bir amaçsız artık.
Mevlâna Allah’a âşıktı, şimdi vahşi Kapitalizm ile bir olmuş maddeye tapıyor!
Mevlâna Müslüman’dı, şimdi hümanist!
Mevlâna âşıktı, şimdi sahtekâr!
Bu kadar vahşi pazarlama olur mu?
Mevlâna her şeyi dedi, ama kimseye “Beni bu hallere koyun demedi.”
Mevlâna modern zaman filozofu değil, bir Allah dostu!
Mevlâna bir Gandi değil, bir ilim adamı.
Mevlâna hümanist değil, bir Müslüman.
Mevlâna siyasetçi değil, bir şeyh.
Mevlâna tüccar değil, bir âşık.
Mevlâna söz azaltan değil, söz çoğaltan…
Nurdal Durmuş
Sosyal Medyadan Takip Etmek İçin;
facebook :
twitter :
google + :
Kitap Fuarlarında gezerken, sol kesimin tezgahlarında Che Guevara hakkında yazılmış tonlarca kitaba rastlardım derdim ki 39 yıl yaşanmış bir ömür sosyalizm üzerine can veriş kapitalizmin geçim kaynağı olmak. Şimdi de durum bizim cenahın tezgahlarında her taraftan Mevlâna ve Şems fışkırmakta… Paganizm Mevlâna içinde can buldu…
Tam da bu konuda Mükemmel bir yazı olmuş! Teşekkürler Nurdal hocam, Mütercim olmuşsunuz.
Acı tesbitler bunlar elbet. Mevlana’yı, tarikartı, iyi pazarladılar. Tesbitin acı ama tebrike şayan bir gözlem. Ancak tasavvuf, ta en başta ganimetlerin tadıyla başlayan sekülarizme karşı Ebu Zer ve duygudaşlarının elinde tarih sahnesine şanlı çıkış sebeplerine inat, zaman içinde miskinleşme, sürüleşme ve sormadan itaat etme derekesine indi. Sonradan kurumlaşan (aslında kokuşan) tasavvufi ekollerde mürid tanımını “mürid iradesi olmayandır” şekline çeviren anlayış bunu gösteriyor bize maalesef. Bu da yaşayan tasavvufun bir başka sorunu zahir.
Gençler;
Keşke kaşımasaydım dedim daha sonra kendi kendime. Sonra Meral hocanın sorusunu şakayla karışık geçiştireyim dedim, beceremedim.
Mevlâna hakkında konuşurken elbet eriye yaslanmak lâzım.
Ancak toplumlar önce insanları yüceltir, sonra melek yüceliğine kendileri de inanırlar. Garip bir durumdur bu. Bu konuda “şeyh uçmaz. müridi uçurur” derler. Hikmetli sözler söyleyenlerin de insan olduğunu çoğu zaman unuturuz ne hikmetse.
Mükemmel insan yoktur. Mürşidi kamil terkibi hayaldir. Çünkü her insanın zaafı vardır. Peygamberler bile bundan muaf değildir. Mükemmeliyet mümkün olmasa da mükemmeliyete ulaşmayı denemek her insanın hedefidir sanki. İşte o hedefin somut örneklerini görmek için meraklıdır insan… Bunun için mürşidi kamil, kutbul akdap, gavsul azam gibi sıfatlar üretiriz. Batı toplumları için de geçerli bu. Mükemmeliyet oralarda ruhban sınıfında somutlaşır. Bizde imamı masum, evliyaullah, yada dede, baba gibi vasıflarla tavsif edilir. Genelde bu, özelde Mevlâna böyle yanılmaz, şaşmaz, zaaftan uzak bir makamda görülür bizde ve her sözünde bir hikmet aranır, insan olduğu unutularak… Kendi oğlunun cenaze namazını kılmayan bir insanın mükemmeliyeti nerede kaldı?
Kaldı ki Yusuf (AS) bile Züleyha’ya meyletmişti. Ayet öyle diyor.
Ez cümle Mevlâna insandır ve mükemmeliyeti O’nda aramanın gereği yoktur. Hikmetli halelerinden de mutlaka istifade etmeliyiz.
Bu konuda Prof. Mikail Bayram’a da fazla değil, biraz eğilin isterseniz. Selametle kalın sevgili kardeşler.
“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir. ” demiş Mevlana. Eh atalarımız da, “Arif olan anlar” dediğine göre, sorun “ARİF”sayısının azlığında olsa gerek. Umarım bu kısa ama özlü yazı ile çok önemli mesaj veren “ARİF”lerimizin sayısını artırabiliriz.
eyvallah… cok yerinde tespitler!
İnsanın duygularını sızlatan bir durum mâlesef… Mevlana da bunlardan biri.
‘İçi boşaltılmış’ değerler, diyeceğim ama yok, değil. Bırakın içini, dışa-kabuğa takılmış vaziyetteyiz. Etiket mağduru olabilir mi bir üstad veya değerli başka alanlar, başka isimler…
Âyetlere, sûrelere varana kadar bencilleştirmişiz değerleri… Güzelim ‘inşirah’ sûresine bile ‘ferahlamak’ pazarcılığıyla bakıyoruz…
Velhasıl mevzu derin azizim…
Artık Sufizm Paganizm gibi bir hâl aldı. O dönem aşk ile dönen Mevlevilerin yerini maalesef bu dönemde maddi kaygı ile dönenler aldı. Yine de hakiki mevlevilerin olduğuna inanıyorum. Bir yerlerde içinden geldiği için dönen semazenler mutlaka var ama hiç bir şey eskisi gibi değil maalesef
İnsanların nazarında nerede durduğunu merak eden, Adünyada durduğu makama bakmalıdır. Nasrettin hoca gibi bir âlimi nasıl olmuş da sadece güldüren bir mizahçı olarak yad etmişiz, kitaplarını, eserlerini kimler yaktırmış, döneminde açtığı ilim meclislerini kimler kapattırmış, hatta ve hatta mezarına ne olmuş da yeri kaybettirilmiş mevlana ve müridlerini sormak lazım. Sadece sormak değil onun ilimde tek el olmak için yaptığı siyaseti iyi gözlemlemek lazım abi. Alimin eti zehirlidir, yiyeni de zehirler sözü ne de doğrudur. El-Hakk Ellerin dert görmesin Selamlar
Bir de Mevlana ta darbe dönemlerinden bugüne özellikle devlet politikasıyla neden bu kadar topluma “kutsal” empoze edildi sorgulamalı. Adeta yeni bir din gibi sürekli pompalanıyor dikkat etmeli.
Döner Sermaye diyordu bir yazar abi de.Haklısınız bi yerde ne diyim
Mevlana!! İlk 17 yaşında tanıştım desem yeridir. İlk aklıma gelen Konya. Mevlana şehri diye bilinen ama Mevlana’nın yaşatılmadığı yer. İlk orada üzüldüm bir değerin yok olmuşluğuna, kaybolmuşluğuna. İçim o zaman acıdı ilk olarak. İnsan olduğumuzdan ilk o zaman şüphe duymaya başlamıştım. Sonra geçip giden hayatla beraber benim de duygularım körelmeye başlamıştı. Ve şimdi okuduğum her satırının içinde defalarca gezindiğim bu yazıda canım gerçekten çok acıdı. Bu kadarı gerçekten çok fazla. ”Bu kadar vahşi pazarlama olur mu? Mevlâna her şeyi dedi, ama kimseye “Beni bu hallere koyun demedi.” Mevlâna modern zaman filozofu değil, bir Allah dostu! Mevlâna bir Gandi değil, bir ilim adamı. Mevlâna hümanist değil, bir Müslüman. Mevlâna siyasetçi değil, bir şeyh. Mevlâna tüccar değil, bir âşık. Mevlâna söz azaltan değil, söz çoğaltan… Mevlâna bir sahtekâr değil, bir adalet temsilcisi.” Sana iltifat değil bu sayın yazar. Ama lütfen sen hep yaz..
belki de sorunumuz sonuçlara yönelerek süreçleri göz ardı etmemiz. boynuzun kulağı geçtiği çağdayız.bu dönemin mottosu, gallner”in deyimiyle:dünyevi olanın dinselleştirilmesi…kutsal olanın profanlaştırılması söz konusu. postmodernizmde “öznelleşen hakikat algısı” hakikati kişinin/kişilerin umdesinden çıkarır.izleyen tüketim nesnesine dönüşmüş kutsal figürler…şimdi bizim yaptığımız da öyle maalesef. suya yazı yazıyoruz.sonsuzluğu murad eden mevlana oluyor görsel/pornografik bir malzeme.neyi unuttuğumuzu hatırlamalıyız ama unuttuğumuzu da unuttuk.
“Mevlâna, İslam davetçisiydi; şimdi hoşgörü adı altında sınırsız bir Hümanizm sembolü.” (!) ‘Sınırsız’ kelimesi üzerinde durulması gereken bir nokta.Zîra son zamanlarda öyle açıklamalara şahit oluyoruz ki biraz açığımız olsa inanacağız Allah muhafaza.Ve Mevlâna’yı bizlere aktarırken,muhabbetle dinlediğim bir kaç isimden soğumamın nedeni de bu konuda tıpkı sizin gibi kıymetli kalemlerin hakîkat ile bizi yüzleştirmesidir.Görünürde kusursuz fajat biraz derinine inildiğinde oralarda çok daha tehlikeli fikirlerin varlığını görebiliyoruz.Hoşgörü olmazsa olmazımızdır eyvallah ama ‘sınırsız’ olanından O’na sığınırım.Bu yazınız için de ayrıca teşekkür ederim.Çok güzel yerlere değinmiş-alınacak payları hazır etmişsiniz.Size sağlık,vârolunuz…
O kadar güzel ve öyle duru anlatmışsınız ki gene sizin yazılarınız boğmuyor yormuyor insanı aynı zamanda öyle can alıcı ve kıskanılası cümleleriniz var ki insana bildiği değerleri yeniden sorgulatan, aslında önemli olan da bu değil mi sorgulatmak herhangi bir inanca körü körüne bağlı olmamak ve zamanın hergün akıp gittiği bu dünyada değişebilirliğe inanmak farklı bir bakış açışı geliştirebilmek. işte sizin yazılarınızı okurken ben bakış açınızı ve her insana ulaşabilme sadeliğinize hayran oluyorum. Böylesine tüketim toplumu haline gelmişken, artık değerlerimizi bile marka haline dönüştürüp yozlaştırırken hala birilerin içindeki bu duruluğa, bu ışığa, bu farkındalığa hayran olmamak ve takdir etmemek elde değil… Madem bu yazınız Mevlana’yla ilgili o zaman bende son sözlerimi size hitap ederek onun sözleriyle tamamlayım. ”Gönlü ışık yakmayı, aydınlanmayı öğrenen kişiyi, güneş bile yakamaz. Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen benliğini yakıver.” işte sizin gölünüz o ışık yakanlardan.
Mevlanayı Mevlana üzerinden değerlendiren hoş bir yazı. — Tasavvuf İslam kılıfı giymiş Hint felsefesidir. Günümüz Mevlanacılığı ise İslam’ı içe dönük felsefi bir bakış açısına sürüklemiştir. Bugünün yumuşatılmış hoşgörü İslam’ı emperyalizmin emellerine hizmet ederken Mevlana da bu hizmete alet edilmektedir malesef. İslam da mana da vardır madde de vardır. Ama o ne kapitalist ne de tasavvufi bir dindir.
Nurdal’ım eline, yüreğine, kalemine sağlık güzel yazmışsın.
Nurdal Durmuş face’de bir tartışma da diyor ki; Konu islami bir tartışma değil, tasavvuf islam’da var mı, yok mu tartışması hiç değil. “mevlana” nasıl sömürülüyor, içi nasıl boşaltılıyor tartışması… Tasavvuf konusunda fikirlerim nettir benim. Daha önce yazdığım gibi “herhangi bir düşüncenin tarafı olamayacak kadar düşünen bir adamım” ben. Allah bana akletmez misiniz? diye sorduğunda “akletmeye çalışıyorum” cevabı veriyorum. Ama din de her şey akıl değil bu da bir gerçek. Neyse… Burada 150 kelimeyle tartışmanın anlamı yok. Allah hakkımızda hayır olanı versin ve bizi ilimle, akılla, bilgiyle aydınlatsın. (yazıya ek olur belki)
Abi son zamanlarda en cok kafama takilan bir mevzuya mukemmel bir yorum yapmissiniz. Mevlana gunahlara kilif haline getirildi.tesekkurler.
Yüreğinize ve kaleminize sağlık Nurdal Durmuş… Ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi meram… Mevlana sektörü artık iş başında…
Ne kadar güzel ıfade etmıssınız anlamaya çalışanlara.
Ve sözden daha etkin ilaç mı var?
Kimse yeni şeyler söyleme peşinde değil; aksine eskiye ait, nitelikli, saf, yalın ne varsa hepsini tüketme derdinde.
Söz çoğaltan Mevlâna, şimdi hayat azaltıyor.
Bazen uzaklaşmak gerekir, yakınlaşmak için…Bazen,
hatırlamak gerekir,hatırlanmak için…Bazen ağlamak gerekir,
açılmak için,..Bazen anmak gerekir,anılmak için…Bazen de
susmak gerekir, duymak için…”( Şems-i Tebrizi )
Eteği paslı çamur bir Dünya dan geliyoruz .Kolumuzda
günahın efsunlu sepetlerı …Acz ve fakr,dün,bugün ve yarın ırmağında hayatın.Yokluktan varlığa,açlıktan tokluğa,ölümden dirime, Fânîden Bekâya
geliyoruz .
Pencereleri açıp Mevlânâ gibi haykırası geliyor insanın: “Ey Allah’a sığınan kişi; büyük uyanışı düşün!”