Her Şey Hiçbir Şeydir!
Ölümden korkuyorduk, çünkü insandık!
Jerzy Kosiński
Bir yılımın, yıllarımın muhasebesini yaptım bugün. Yüzümde topraktan çanak çömlek, söğüt ağacından düdük, ağaç kabuğundan araba yapan çocukluğumun masumluğu vardı. Şaşırdım.
Bugün, içinde bulunduğum bütün gerçekliğin oyun ya da hayâl olmasını diledim. Masumiyetimin oyunlarıyla değiş tokuş ettiğim bütün yaşam standartlarımın, yürek terazimde fiyatı biçilmiş birer emek olmasını arzuladım.
Geçmişe dönemesem de onu özlemeyecek kadar masum yaşayabilme hayâli kurdum. Gündelik yaşamımda beni fazlasıyla oyalayan, içimin dehlizlerinde boğan, bahanelerinin arkasına saklanan bütün eylemlerin masal olmasını diledim. Mutluluğun adresini maddeye soran ve daha fazla mutsuzluk yönüne giden günümüz insanı gibi ben de bütün zaman dilimlerine damıtılan zehri şerbet diye büyük bir keyifle yudumladım. Gerçeğin ben içinde bizi bulmuş, bir olmuş, birlik halinde gülümseyen koca bir tebessüm olmasını diledim. Tebessüm: Ne sıcak bir kelime; bir ömrün özeti gibi. Bütün iyi işlerden; yüzümüze masumluk damıtan, çelik-çomak oyunlarımızdan arta kalan son hatıra. Son hayat kırıntısı… Ya onu da unutursak ve hayat en ağır oyununu oynarsa…
II
Varılan şehir ölünen şehirdir!
Biliyor musunuz, bugünlerde her zamankinden daha çok korkmaya başladım ölümden. Son nefesimde yüzümde bir tebessümle veda edemezsem şu dünyaya; olmazsa yüzümde hakikatin, anlamın bir parçası… Ürkmeye başladım. Öyle ”Ölümden korkmak mı, pehh!” diye dalga geçenlerin de asıl korkaklar olduğunu görüyorum. Meselâ, son çıktığım şehirlerarası yolculukta sanki otobüse değil de ölüme giden bir zaman aracına bindiğimi düşündüm. Sanki o araç şehirlerarası bir otobüs değil, doğduğu gün ölüm için sefere çıkanları taşıyan bir zaman makinesiydi. Çocuklar büyümek için çabalıyor, gençler bir sürü plan yapıyor; askerliği, okulu, evliliği, evi, arabayı, kariyerlerini, ideallerini yanlarında taşıyorlardı. Hayâllerini… Bazılarının son durakları bizden daha önce. Lakin zaman makinesinden kendi duraklarında inerken hiçbir şeylerini yanlarına alamıyorlardı. Onlar dönemeyecekleri bir zamana giderken geride kalanlar hep bir başka durağa gitmenin, daha fazla yol almanın hırsını taşıyordu. Kimi duraklarda zenginlik görüp şımarıyor, kimilerinde fakirlik görüp hemen uzaklaşmak istiyorduk. Hırslarımız, ihtiraslarımız, günahlarımız, küçük kıyametlerimiz, iyi-kötü günlerimiz, zorluklar ve kolaylıklarımız hep yanımızda bizimle beraber olan yol arkadaşlarımızdı. Onlarla hep daha fazlaydık. Daha fazlası. Dahası… Öyle bir yolculuk ki hayat ırmağı ayaklarımızın altından akıp giderken ömür küçültüp yaş büyütüyorduk. Bir şeyi kazanmak için birçok şeyi fedâ etmemiz gereken bir yolculuk. Meselâ, çocukluk verip kirleniyor, gençliğimizi verip yaşlanıyor, kazançlarımızın birçoğu için masumiyetimizi feda ediyorduk. Sonra davetsiz bir misafirin: “Hazırlanın şu görünen köyde yol bitiyor.” Anonsuyla ürperiyor ve irkiliyorduk.
İşte son durak! Ömür dediğin ne ki? Fotoğraf çektirir gibi, su içer gibi, uyur gibi, düşünür gibi çabucak geçip bitiyor. Farkında değiliz ama kaçtığımız şehirle vardığımız şehir aynı! Hayat hep ölüme akarken biz yaklaştıkça uzaklaştığını düşünürüz. Ne güzel yanılırız! Kimse öyle düşünmesin sevgili okur! Şurada son durağa ne kaldı. Korkmayın! Varılan tüm şehirler ölünen şehirlerdir.
Nurdal Durmuş
Nurdal Durmuş Sosyal Medya Hesapları.
Takip Etmek İçin;
kalemine sağlık üstad.. kaybolup gidiyor insan yazılarınızda..