Geçen Sadece Zamanmış Meğer, Geçmeyen Her Şey! [2]
veda!
Geçen Sadece Zamanmış Meğer, geçmeyen her şey!
birinci gün – martılar bu şehri terk etti
ters giydiğim ayakkabılarla, adını bile bilmediğim sokaklarda yürüyorum.
levha yok, yön yok, ışık yok.
sağa sola belirsiz çırpınışlar,
anlamsızlık ne acı.
ağaçlar göğümün gölgesi sanki, simsiyah duruyor.
kusursuz modeliyim hayal ve ızdırabın.
zihnimde kirlenmiş ayak izleri,
yağmur yüzümü saklayamıyor.
ikinci gün – ahh, gazaplanır
ciğeri acır mı rüzgarın,
sigaramın dumanından?
üçüncü gün – bir gün gitsen bile hatıran yeter
bütün kaldırımlar yalana boyanmış, hepsi aynı şarkıyı söylüyor.
sokak caddeye kavuşmadan geri dönüyorum,
kalabalıklar en büyük yalanıdır dünyanın,
bir yalan daha eklemek istemiyorum.
dördüncü gün – sen varsın orada
…
beşinci gün – çok önceden belli olan bu ayrılık
yangınlar geliyor üzerime ve aklımı tutuyor dört nala koşan atlar
omuzlarımda iğdiş edilmiş hayaller var.
farkındayım rüzgar beni duymuyor.
altıncı gün – gül, ey saf çelişki
bir tarafta göz göze gelmeye korkarken
diğerinde morarmıştır azabımın dudakları.
kırmızı kurdeleler damlıyor ellerime
ellerim yüzümde.
yedinci gün – priez pour lui
bana çıktı piyangosu hüznün.
kuma sallıyorum sandalın küreklerini.
bu küçük ülkenin kapılarını ardına kadar kapatıyorum, gireceğin hiçbir yer kalmıyor.
ki yalnızca ölüler çıkıyor bu kapılardan ve bir daha dirilmiyorlar
alışmak diye bir şey varmış
alışınca aşılırmış.
mezar taşına
ur gibi bir çentik atıyorum
sekizinci gün – bıraktığım düşü kim büyütecek
gece; rayların üzerine uzanıp beklemenin tedirginliği
buradan bir tren geçecektir
buradan çok ağır bir tren geçecektir.
damarlarıma ekmek doğrayarak geçecektir.
şiirler ve şarkılar kahrolsun.
dokuzuncu gün – yolun karşısına geçerken elleri bırakılan çocuklardık
adım atamaz oldum sonra, durup kaldım.
pencereleri saydım, kapıları, arabaları, minareleri,
kıvılcımları.
yürürken sildiğimi sandığım,
kovulmuşluğun ayak izlerini saydım.
ellerimi indirdim,
ellerimde kan izi.
onuncu gün – direnmek zor artık
ama gitmeme izin verdin diyor estragon.
belki de bekliyor
hiçbir zaman gelmeyecek olanı.
on birinci gün – insanın insana verebileceği en değerli şey yalnızlıktır
o siyah bakışları süpür,
kum tanelerini de.
yalnızlık ki en güzel mevsimidir kalbimin
kalbim ki dünyanın en kötü başkenti.
on ikinci gün – zaman kuyusu
toprak yüzlü bir adamım ben, sahte bir yeşillik duruyor alnımda ve cepleri susmalar dolu bir kuyu.
ben iyi bir adam olamadım.
iyiler erken ölüyor.
dört parmak kenarında
bekliyor karamsar
/uzakta deniz gözüküyor./
on üçüncü gün – kopardım lanetli gün defterimden bu uğursuz yaprakları
bir kayanın üzerinde oturuyorum
ayaklarıma dalgalar çarpıyor
dalgalarda kan izi
on dördüncü gün – unuttum, unuttum seni.
sularımız çekiliyor, ağlamak ne güzel.
on beşinci gün
geçen sadece zamanmış meğer, geçmeyen her şey.
mutlu ol
Nurdal Durmuş
Temrin Dergisi, Temmuz-Ağustos 2013.
web : http://www.nurdaldurmus.com
facebook : http://www.facebook.com/nurdaldurmus
twitter : http://www.twitter.com/nurdaldurmus
yıllar sonra. ezbere bildiğim bütün cümleleri unuttuğum yere geri döndüm. başlıktaki geçmeyen* o şeyin vücut bulmuş haliyim. camdan sabahın ışıklarını görüyorum. göğsümde korkunç bir his var. tek tek tenekeden hayal dünyamızda ölü rüzgarların taşıdığı niyetleri iştahla nasıl kutsadığımızı okudum.
ne mi oldu?!
“eve dön” çağrıları eşliğinde hayatımızın kuyusuna kendimizi gömdük.
peki, siz bu çöplükten sağ kurtulanları nereye gömüyorsunuz admin?
[…] Her şey Söylenmeden Bitti! […]
Bitkisel hayata girdiği halde kalbi yeni doğmuş bir bebek gibi çarpan ölü bedenlerin insanları da omuzlarına sığınan cesetleri bırakıp bir kez bile olsa bir kayanın üzerine oturup şarkılar söyleyebilmeli. Ama birlikte ama ayrı. Zira bedenden ayrılan ses cılızdır.
Çok anlamlı olabilirdi: tükenmekteyiz,
gitmek zorundayız, çağrılmadan geliriz.
http://www.izlesene.com/video/ilhan-sesen-ruzgar/273374
Belki de peronunuzdan duyulan son çağrı.
Milyonlarca kadın, milyonlarca genç kız, milyonlar…
Oley Oley Oley sesleri..
ve bu…
Geçen sadece zamanmış meğer//
Bir şiir nasıl ateşlenir, bir şarkı nasıl kucaklanır hiç bilmesek,
belki ağlayabilirdik, çaresizce bir ölüyü bekler gibi bekleştiğimiz ömrümüze.
Veda ederken söyleyeceğiniz şiirler,
dinleyeceğiniz şarkılarınız olsun;
birinci gün – martılar bu şehri terk etti
http://www.youtube.com/watch?v=4j2IsceboNs
ikinci gün – ahh, gazaplanır
bir şair güzel gölgeler bu dizeleri;
‘gözyaşların bir kurşun ta şurama saplanır
sen ağlama İbrahim Erciyes gazaplanır’
adı sanı belli olmayan şu şair de güzel dillendirmiştir buna benzer bir dizeyi.
sanırım şu kişiydi; frederic bortilla
üçüncü gün – bir gün gitsen bile hatıran yeter
Ferdi Tayfur ve Gülden Karaböcek güzel seslendirmiştir.
bir yalan daha eklemeye gerek yoktur;
http://www.youtube.com/watch?v=DhL9zsZd-t8
dördüncü gün – sen varsın orada
oysa; http://www.youtube.com/watch?v=CLalvMkvp40
beşinci gün – çok önceden belli olan bu ayrılık
Selçuk Küpçük eşlik ederse kendinizi iyi hissedersiniz,
aksi durum intiharlar falan filan…
zaten gelemez ki; ‘Ay Karanlık’
http://www.youtube.com/watch?v=dR-aMwjH6A4
dizenin devamını merak eden için ikinci ihtimal bu kitaptır;
http://www.nadirkitap.com/sonuyor-al-kanatlari-gunbatiminin-sergey-yesenin-kitap2356133.html
altıncı gün – gül, ey saf çelişki
‘sana hiçbir zaman sarılamadığımdan vazgeçemiyorum senden’ diyen bir şairin, rainer maria rilke’nin hazin hikayesidir.
Sonunu ve sebebini merak eden için sözlük iyi bir tayfadır;
https://eksisozluk.com/rainer-maria-rilke–68799?p=2
edit: gül çelişkisiz saftır. Saflığı sever.
yedinci gün – priez pour lui
Arthur Rimbaud’u ziyeret edebilenler için; tam olarak şu demektir;
‘pray for him’ veya ‘onun için dua edin’
Ben onunla tanıştığımda çok küçüktüm. Çok da gerekli bir bilgi değildir-
Charleville kasabasındaki mezar taşına gittiğinizde sizi bu cümle karşılayacaktır.
‘priez pour lui’
sekizinci gün – bıraktığım düşü kim büyütecek
bu soruya verilen cevap şu şarkıda soru olarak kendini tamamlıyor;
http://www.youtube.com/watch?v=cR9ztEbOU28
Şöyle de denilebilir;
gitmesine izin verilenler için bu sorunun hükmü geçersiz, cevabı ise bakidir.
‘Düş değişmemiştir, değişmeyecektir.’
dokuzuncu gün – yolun karşısına geçerken elleri bırakılan çocuklardık
bir Zafer Ekin Karabay şiiri;
http://www.tramvayduragi.com/zafer-ekin-karabay/
arkadaşlığımızı sadece bir düş kazasında yitirmemiz ne acı.
onuncu gün – direnmek zor artık
http://www.youtube.com/watch?v=4j2IsceboNs
martılar bu şehri terk ederken gitmesine izin verilen sadece kuşlar değildi ki!
on birinci gün – insanın insana verebileceği en değerli şey yalnızlıktır
bir edip cansever sözü.
Yalnızlık kutsalmış.. öyle diyorlar;
http://www.indirvideo.net/ilkay-akkaya-yalnizlik-buyutur-108128.html
on ikinci gün – zaman kuyusu
ahh…
şu karamsarlık ne yavaş döndürüyor dünyayı.
on üçüncü gün – kopardım lanetli gün defterimden bu uğursuz yaprakları
bu Arthur Rimbaud şiiri;
http://www.karakutu.com/cehennemde-bir-mevsim/
‘Azmet! Söndür,
içimde insan ümidi adına ne varsa.’
-Dalgalar çok güzel!
on dördüncü gün – unuttum, unuttum seni.
http://www.youtube.com/watch?v=3SAoTO2oQL0
İşte bu mümkün değil!
on beşinci gün –
geçen
sadece
zamanmış
meğer,
geçmeyen
her şey.
-mutlu mu olalım?
-Olur!
bu özel bir yazı, özelinde özel kalmalıydı..
çok sıra dışı çok 🙂 jiletlemek istiyorum kendimi ..
ya hu nurdal abi sen hic mutlu olmazmisin?:)birak su efkarli sokaklarda dolanmayi,biz senin kaleminden neseli yazilarda bekliyoruz.
Şahsa yazılmış mektuplar bu kadar futursuzca ortaya saçılmamalı ki, Kadın diye nitelendirerek,basite indirgeyerek “dağılmalı, yok olmalı,uyumamalı” yorumlarıyla dile düşmesin en azından bir zamanlar kıymetli olan. ha yok adı sadece edebiyat bunun derseniz, kutlu olsun iyi edebiyat yapmışsınız.
16. Gün kalemime kokusu sinmiş başka kelimelerin.Ve aklımda hep bir dostun duyguları. Yaşayan insanmış meğer… Yaşamayan herkes.
Şu dünyadan böyle bir yazı yazıp göçmek isterim ama bu satırları aşamayacağımı biliyorum. Muhatap kim bilmiyorum ama bir erkek olarak ben bile darmadağın oldum, kadının halini düşünemiyorum. Bunlar nasıl sözler böyle off off.
Bugüne kadar okuduğum en sıradışı cümleler.
Bu mektubun bir muhatabı varsa bir sene uyku uyuyamaz sanırım. Şiir mi, kurşun mu nedir bu böyle. Of…
“kusursuz modeliym hayal ve izdirabin” sanki bi ucu yazarin elinde digeride kalbime yonelmis bir cimbizla secilmis cumleler..etkilenmemek icin nasilk korumaliyim kendimi!?
Yorum yazarken el, okurken yürek titreten bir yazı.. Gitmeler, gidilmesine izin verildiği sürece gerçekleşen bir eylem olmasına rağmen hep acı çeker geride kalanlar. yürek çok şey söylüyor da dil beceremiyor söylemeyi. Yine sizin yazınızdan alınma bir kısımla veda ediyorum bende bu yazıya.. ”susmalar çoğaltıp durduk Fotoğraflarda mutluyduk!”
Nurdal bey yazıyı okurken irkildim. Bu nasıl bir hikayedir böyle, beni öylesine içine çekti ki anlatamam. Kaleminiz dert görmesin.
bunu üstüne bir şey yazma sahiden!
mutlu ol kimse sana bir can daha hediye etmeyecek…..
ciğeri acır mı rüzgarın,sigaramın dumanından…
sekizinci gün – bıraktığım düşü kim büyütecek
gece; rayların üzerine uzanıp beklemenin tedirginliği
buradan bir tren geçecektir
buradan çok ağır bir tren geçecektir.
damarlarıma ekmek doğrayarak geçecektir.
Bir gün içimizi, dışımızı okusak, okusak, okusak!
Nedense “kısacık dünyanın uzun emellileri” olduk.
Önce boğazıma bir şeyler durdu ,bilmedim ne olduğunu Belki boğazıma düğümlenen birkaç damla yaştı .Ya da birikmiş hıçkırıklarım esir alıyordu boğazımı .Titrekti sesim ,dolmuş gözlerimden yağmurlar boşalıyordu Kağıtlara.Ellerimden bir şeyler kopup gidiyordu . Şimdi, anlatamayacağım duygularımın bir büyük ürperişi var sadece. Öyle çok şey unuttum ki…
Sabahları erkenden işimize koyulduk da… “Ne haldeyiz?” diye kendimizi kendimize sormayı unuttuk.
Gökyüzüne bakmayı unutacak kadar. Unutacak kadar kısacık olduğunu dünyanın.
İşte bak; güllerin kokusunu unuttum .
Rüzgârın alnıma dokunuşunu unuttum.
Dilimdeki Ezberleri , Bilmezdim Önceleri.Ne çok körpeydim acıya
Böylesine yaşadığımı sandığım Biçare ömrümde.Şimdi gökyüzü ağlar Biçareliğime .
Sularımız Çekiliyor, Ağlamak Ne Güzel…
Düşmelerle iç içeyim. Bir de bilsem; hangi kelimeler çoğalıyor, hangileri azalıyor
dilimde/kalbimde/halimde…
Etrafımdan sanki surlar yıkılıyor da …(hiç)likte kalıyorum ve kıymetlı yazarımızın da
dediği gibi “geçen sadece zamanmış meğer, geçmeyen her şey.
İnsanliginiz ve yazilariniz olmasa boğazımıza tıkanmiş onca soz icin actigimiz ağzımız tek nefeste kapaniveriyormus gibi oluyor .
Emeginize saglik.
sekizinci gün – bıraktığım düşü kim büyütecek
gece; rayların üzerine uzanıp beklemenin tedirginliği
buradan bir tren geçecektir
buradan çok ağır bir tren geçecektir.
damarlarıma ekmek doğrayarak geçecektir.
Bir gün içimizi, dışımızı okusak, okusak, okusak!
Nedense “kısacık dünyanın uzun emellileri” olduk.
Önce boğazıma bir şeyler durdu ,bilmedim ne olduğunu .Belki boğazıma düğümlenen birkaç damla yaştı .Ya da birikmiş hıçkırıklarım esir alıyordu boğazımı .Titrekti sesim ,dolmuş gözlerimden yağmurlar boşalıyordu Kağıtlara.Ellerimden bir şeyler kopup gidiyordu . Şimdi, anlatamayacağım duygularımın bir büyük ürperişi var sadece. Öyle çok şey unuttum ki…
Sabahları erkenden işimize koyulduk da… “Ne haldeyiz?” diye kendimizi kendimize sormayı unuttuk.
Gökyüzüne bakmayı unutacak kadar. Unutacak kadar kısacık olduğunu dünyanın.
İşte bak; güllerin kokusunu unuttum .
Rüzgârın alnıma dokunuşunu unuttum.
Dilimdeki Ezberleri , Bilmezdim Önceleri.Ne çok körpeydim acıya Böylesine yaşadığımı sandığım Biçare ömrümde.Şimdi gökyüzü ağlar Biçareliğime .
Sularımız Çekiliyor, Ağlamak Ne Güzel…
Düşmelerle iç içeyim. Bir de bilsem; hangi kelimeler çoğalıyor, hangileri azalıyor dilimde/kalbimde/halimde…
Etrafımdan sanki surlar yıkılıyor da …(hiç)likte Kalıyorum ve kıymetlı yazarımızın da
dediği gibi “geçen sadece zamanmış meğer,geçmeyen her şey.
İnsanliginiz ve yazilariniz olmasa boğazımıza tıkanmiş onca soz icin actigimiz ağzımız, tek nefeste kapaniveriyormus gibi oluyor .
Emeginize saglik.
hüzün düşmüş zamana
geçiyorken ömründen
hüzün güzel Durmuş üzerinde.