Nurdal Durmuş, Eylülün Rengi Ölüm mü?
Her fotoğraf karesinde ölümü çağrıştıran çizgilerle rastlaşıyorum. Gri, soğuk, solgun, ürkek bir kaygıya dönüşüyor yaşam. Eylül gelince kırlangıçlar da veda ediyor şehre, kelebekler de. Aynalar sararıyor. Radyoda eski bir hayalin içli bir türküsü çalıyor. Sokaktaki sesler farklılaşıyor, hız limitlerini çoktan aşmış hayat sakin akan bir huzur ırmağına dönüşüyor.
…
Balkondan sarkan turşuluk biberler, kurumaya terk edilmiş baharatlar, usulca uykudan uyandırılan uzun kollular, dinginliği kaybeden deniz, parkları esir alan atkestaneleri. Bir güvercin, bir kedi, bir solgun bahçe hüznü…
Eylül artık bütün gün benimle. Elimdeki kitapta, balkonda, yürüdüğüm yollarda, bulutların arasında…
Gökyüzü, kuş, yağmur, rüzgâr…
İlk aşk, ilk acı, ilk ayrılık…
Beyaz zambak ve hüzün.
Dalından kopup avuçlarıma düşen kuru bir yaprağın anımsattıkları olmalı bunlar.
Ne de olsa Eylül’de unutmak ve unutulmak yoktur değil mi? Olsa olsa hatırlayamamak vardır. Akıl dediğimiz o sandığın içinde biriken ne kadar yaşanmışlık varsa hepsi saklandığı kuytulardan çıkarak ortalığa dökülür.
Eylül’de terk edilmeyen tek şey hatıralardır. Bir Eylül sabahı esen kara yel, aşkı, şiiri, devrimi, çocukluğunuzu, gençlik yıllarınızı, hayal kırıklıklarınızı önüne katıp topladığınız yamalı bohçanızdan çıkarıp tekrar önünüze serer. Kalkanlarınızı siper edip kaç uyku, kaç saat, kaç acı, kaç hüzün, kaç mutluluk ve kaç huzur tüketirseniz tüketin Eylül’ün tek armağanı duygu, hüzün ve yaşam aynasında gördüğünüz kırışıklıklardan başka bir şey olmayacaktır.
…
Eylül benim için, çocukluğumda siyah, yakalı bir önlük, bezden dikilmiş bir çantaydı. Bir yatılı okul bahçesine dar gelen bitmez günlerin başlangıcıydı. Bedenime değil adeta ruhuma giydirilmiş tek tip üniformalar, kurallar, uzun tören provaları, koyu gri uzun bir yalnızlıktı.
Gençliğimde eylül sevdiğim her şey gibi çabuk tükenen kurşunkalemlerim, doğrularımın azlığından çok çabuk tükenen silgilerim, beyaz sayfalar üzerine karaladığım uzak düşlerimdi.
Geçti gitti…
Tüketmek için bunca acele ettiğiniz takvim yapraklarından, hızla akrepleri zehirleyen yelkovanların telaşından ne kaldı geriye dersiniz?
Ne kadar dirensem de çocukluğumun güleç mevsimini alıp götürmüş Eylül.
Yaşamın renginin nisan olduğunu düşünürdüm, “Ölümünki de benim!” diyor Eylül.
Âh sarı ve uzak yalnızlığım.
Sevgilim.
Eylül’üm.
Nurdal Durmuş:
Eylülün Rengi Ölüm mü?
web : http://www.nurdaldurmus.com
facebook : http://www.facebook.com/nurdaldurmus
twitter : http://www.twitter.com/nurdaldurmus
takvim yapraklarının düzenine muhalif hissiyat…
akrep ve yelkovanın sıkıcılığı bitecek elbet.
zamansızlığın içinden biçilmedi mi kader?
şeytana verilen mühlet kadar değil mi yanlışlar?
yanlışlardır bir ihtimal
yalnızlığın faili.
zamana koyduğumuz adların suçu yoktur belki
mevsimlerin suçu yoktur belki ey şair
bizi bu havalar mahvetmemiştir.
yine de
yağmur güzeldir
nisan da
ve eylülde
rahmet değil miydi adı?
ümit niyetine…
İçlenme tabiattaki yekpare kederden,
Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler.
Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,
Onlarla giden günlerimiz dönmeyecekler.
Faruk Nafiz Çamlıbel
Resulullah efendimiz, Ölmeden önce ölün buyuruyor. Ölmeden önce ölmek ne demektir? Nurdal Bey?
Çok guzel.. ozlemisim… okumayi, hissetmeyi, yasamayi… “eylulde terk edilemeyen hatiralardir.. – olumunki de benim diyor eylul..” eylül’lendim.. kaleminize, yureginize saglik..
Nurdal abi,Nagihan hanımın makalesini ,yorumunu okumaktan seninkine göz atmaya zaman kalmadı ,hafta okuyacam inşallah ,o zama bu yorumumuda silerim 🙂 Nagihan hanım çok güzel çalışma olmuş , bu arada Ahmet Telli nin bir çok eserni okudum o cümlesini nasıl kaçırdım anlamadım 🙂 ortalık sararmış ben uzayım..
Yorgun akşamların Sahile vuran dalgalarında şakıyan Bir şarkı gibiydi bakışları. Durgun akan ırmaklar, Sessiz düşen çağlayanlar, Gruba meydan okuyan, Hüzün dolu bulutlar gibiydi.Onun bakışlarında dünyaları, Onun sözlerinde en gizli sırları, Onun dokunuşlarında huzuru bulurdu insanlar.Kimdi, nereden gelmiş, nasıl.yaşardı, Ne düşünür, neye ağlar, neye şaşar, Kimse bilmez, bilemezdi. Her gün, her an, her saniye Farklı dünyalara yolculuk edebilirdiniz onunla Şaşkınlık ve mutlu bir biçimde. Adı Eylül’dü, bu bilinmezin.
Eylül bakışlım; Bana bir şeyler anlat,
”Geçti gitti… Tüketmek için bunca acele ettiğiniz takvim yapraklarından, hızla akrepleri zehirleyen yelkovanların telaşından ne kaldı geriye dersiniz?” Keşke bu kadar çabuk tüketmesek herşeyi. Kıymet bilsek. Bunun için sararan yaprakları görmeyi beklemesek, ölümü hiç unutmasak ve keşke dememek için yaşasak..
bunları hatırlatmak zorundamıydın.eylülle beraber gelen bir üşüme var içimde şimdi.
Yaşamın renginin nisan olduğunu düşünürdüm, “Ölümünki de benim!” diyor Eylül. ne kadar haklısınız
Ah sarı, uzak ve uzun yalnızlığım, tükenmişliğim. Sevgilim..
Eylül, gizlenmiştir değil mi? Kalbimi de orada bulur musun? Avucun kime satılmışsa… Bir büyük boşlukla sarmalarsın, Nisan gibi görünür, taptaze. ama ölüyordur. Bilirsin, çünkü sen de onunla ölüyorsundur. Mevsimlere imanım yok, günler geçiyor, bazıları hep aynı mevsim: Sonbahar. Çiçekleri var, güneşi, meltemleri… Ama sonbahar; özlediğimsin. Özlemek, nasıl bir tesbihse kopup kayboluyor sonsuzlukla.
Cennette bir oda düşledim, küçük iyiliklerim de var. Bir tek seni aldıramayacağım belki de. Bir düş bile, nasıl da böyle solgun n yapraklar gibi toprağın bile olur da…
Eylül,sevgili, senin için kırmızı yanaklı köylü kızlarından elmalar çaldım, üfledim kalbimden, şekerler kardım. Senin için eli öpülesi… Nefesine bile değmez karanlık sokaklarım… Uzaklaşırım, ağrımı sımsıkı göğsüme hapsedip. Eylülüm, kaybolmuş haritam…