Edebiyata Karşı Tezler!
Edebiyata Karşı Tezler!
Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?
Kuran-ı Kerim » 225-226 / ŞUARÂ
Edebiyata Karşı Tezler!
Şiirler, mektuplar, Tolstoy’lar, Kafka’lar, güneş içen şairler[ne demekse?], beynimizin bilinmeyen köşelerine yıldırımlar düşürüp bizi ürküten, varlığımızı, ruh halimizi ya da adamlığımızı veya toplum içinde kabul görme evremizi tamamladığımız bütün cümleler; kafamızın içinde koca bir çöplüğü doldurmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Farkında mısınız; özellikle son birkaç yıldır edebiyata bulaşan her insanın ve özellikle genç kuşağın maneviyattan uzaklaştığı sadece bilimsel araştırmaların değil, aklı başında her insanın görebileceği belirginliktedir. Elbette bu durum, sinsi bir hastalık gibi özellikle seksen sonrası kuşağını derin bir boşluğa yuvarlamakta ve toplumsal dinamitlerin hemen hemen hepsine bencil müdahaleler yapmaktadır. Şiir, felsefe ve kişisel gelişimle başlayan bu saplantı; bütün alanlardan daha fazla [Spor, siyaset, eğlence, sanat v.b.] ruh dünyasında kalıcı hasara neden olmakta ve insanı sürekli kendi dilini konuşmayı zorunlu kılan bir zırh kuşanmaya mecbur etmekte, yeni yaşam teorileriyle neredeyse ‘edebiyatı’ dine karşı düşünce geliştiren bir hale çevirmektedir. Bu yüzden bütün okuduklarımız, yazdıklarımız, konuştuklarımız, çok şey biliyor havasına bürünmek için Doğu-Batı edebiyatından hatmettiğimiz ve aşırdığımız cümleler; şair-şiir tapınmalarımız, ‘Ne çok şey biliyor!’ desinler diye uğraşlarımız, sağda solda, arkadaş ortamında, kibirli olduğunu düşündüğümüz insanların yanında ya da bizden daha mütevazı kişilerin karşısında gururdan kalelerimizle kanlı kelâm savaşları yapmamızın hayatımızda bugüne kadar artistik takıntılardan başka sahici bir faydası olduğu düşünülemez! Üstelik ağzımızdan dökülen ölü kelimeler, başkalarının cümleleriyle taslanılan bilge adam rollerinin hepsi de enaniyet kokmaktadır! Akîl adamların bir an önce edebiyatın edebini kuşanarak şiirleri yücelten, şairleri öven, geçmişini, geleneğini, samimiyetini garip bir budalalığa kurban edip sorunlu ve sonsuz bir boşluğa doğru yol alan edebiyat ortamını gurur ve kibir dağlarına çıkaran bu yeni kuşağa karşı “öze dönüş teorileri” üretmeleri en geçerli edebi kazanım olacaktır kanaatindeyim.
Neden?
Çünkü bu kirli edebiyat ortamında her cümlesine “Sen hiç Zarifoğlu okudun mu? Beş Hececileri, Garipçileri, Neo-epikçileri, Post-Modern temsilcilerini bilir misin? İsmet Özel, Rimbaud, Pavese şu şiirinde şöyle demiş.” ile başlayan bütün cümlelerini hayat tartışmalarımızın ana gündem maddesi yapıp Peygamber buyruklarından daha çok önemseyenleri anlayamıyorum. Üstelik birbirimizin kalbini kırarcasına, olmaması gereken saçma bir tartışmayı büyütüp ‘arabesk’ dinleyenleri kınarken şiir üstüne yakılan ve boşluğa üflenen sigaralarımızla bu aptal hâlin daha derin bir girdap ve asıl arabesklik olduğunu düşünüyorum. Bazen ipin ucunu kaçırıp işi ‘Mehmet Akif şair değil. Necip Fazıl da kim?’ demeye kadar götürebilen bu aptal sürüsünün Peygamber (s.a.v)’den bahsederken sıradan bir insanmış gibi konuşup “devrin şartları”, “Sen hala orda mısın?” gibi saçma sapan teorilerin arkasına sığınmasını anlamayacak kadar geri kafalıyım. Çünkü ben; iki şairin, yazarın birbiriyle olan küfürlü atışmalarında; kirli çamaşırlarını, aşklarını ve dost oldukları dönemde birbirleri hakkında bildikleri sırları ortaya döktükleri kalem savaşlarında bile taraf olabilecek kadar alçalamıyorum. Nerede sözüm ona entelektüel bir etkinlik varsa koşturan, parklarda, edebiyat fakültelerinde minarelerin gölgesinde şiir okumaları yapan, afili pozlar veren yeni etme edebiyat kuşağının kirli riyakârlığından bıktım. Üstelik Yedi Tepe’den beş kez hayata karışan ezanların yastık yapıp başını yasladıkları edebiyatın, ruhlarını derin uykusundan uyandırıp alınlarını secdeyle buluşturamamasına kahrediyorum. Bazen ‘sağcısın, solcusun, onların şairleri, yazarları, dergisi’ gibi saçma bir kompleks kuşanıp her şeyden önce bizi bir arada tutan insanlık hamurunu ekşitip birbirimizi ötekileştirebilecek kadar pervasız olabilen bu yeni etme edebiyat ortamında cehennem azabı çekiyorum. Tefsir, meal, siyer derslerinden yazarlık derslerine terfi edip gömlek değiştiren budalalardan kimseye bir fayda gelmeyeceği kanaatindeyim. ‘Falan Şairin Şiirindeki Tema’ başlıklı konferansa katılmış “Çağları Aşan Şiir” gibi başlığını bile algılamakta zorlandığım bir teoriyi ayrıntılarıyla öğrenip hararetle bilgelik taslayan, gelenek veya ahlaklı şair ve şiir kavramlarını “Şair dediğin biraz da edepsiz olmalı!” teziyle çürütüp, duru düşüncenin yerini olabildiğine anlaşılmaz bir dil ve ne kadar farklı kurgularsan; ne kadar anlaşılmaz, ulaşılmaz olursan o kadar iyisindir düşüncesinin almasının iyi bir gelişme olduğunu anlatan maskeli edebiyatçılardan nefret ediyorum. “En iyi Müslüman benim!” dedikten sonra on tane hadis sayamayan ama Türk ve dünya edebiyatının en önemli şairlerinin şiirlerini, hayatlarını, yaşam tarzlarını, maddi durumlarını ve hatta cinsel fantezilerine kadar birçok ayrıntıyı bilen adamların dünyayı gül bahçesine çevireceğine iman etmiyorum! Çünkü edebiyat, kendini toplum içinde ancak böyle tamamlayabileceği; ağabey ve ablalarından, edebiyat ve sanat çevresinden elinde sigarası, masasında çay bardağı ve bir sürü dergi olan büyük şairlerin gözüne böyle girebileceğini ve onların “Aferin; çok güzel işler yapıyorsun.” demesini daha çok önemseyen insanların alanı değil! Özetle aynı sofrada yemek duası ettiğimiz arkadaşlarımızın bugün edebiyata bulaşıp sofradan “Tanrım ellerine sağlık!” diyerek kalkmalarını hazmedemiyorum!
Soru:
• Allah bize falan şiir, filan şair, şu edebiyatçının aşk mektubunu, diğerinin nasıl intihar ettiğini, ötekinin kendi kıyılarındaki hüznü mü soracak?
• Bütün bunların düşünce, hayat ve ahiret kavramlarına ne faydası var?
• Gökyüzüne bakınca, yağmur yağınca, şimşek çakınca, denizin gözlerine dalınca, mezarlıktan geçince, darlıkta ve yoklukta Fatiha okuyabilmeyi, şükredebilme yetimizi şairlerin afili cümleleri çalmadı mı?
• Annelerimizin okuyup elleriyle sıvazladığı nazar dualarımızın hurafe diye geçiştirildiği ve samimiyetsiz yaklaşımlarla kutsalımızla dalga geçilen, ilim adamlarına ve geleneklerimize olan saygı duymama erdemimizi kalbimize damıtan bu saçma edebiyat kuramlarının kibri değil mi?
• ‘Biz’ demeyi unutup ‘ben’ deme egomuzu şair ukalalıklarından, şiir saçmalamalarından, kişisel gelişim kalıplarından almadık mı?
Yeter!
Başlarım şiirinizden, şiirle tanımladığınız hayattan, bilgeliğinizi tamamladığınız aşağılık psikolojinizden… Adamlığını tamamladığınız sıra dışı cümlelerinizden ve edebiyattan oluşan sahte rütbelerinizden… “O ne anlar?!” diye başkalarının arkasından atıp tutmalarınızdan, gıybetlerinizden! Her cümlenin sonuna eklediğiniz filanca der ki atıflarıyla bilgelik tasladığınız Batı edebiyatından…
Yeter!
Sizin yanınızda huzursuzum. Her niyetimi anlatmaya çalıştığımda herhangi bir tez geliştirmeden karşı çıkışınızdan yoruldum. Bir köy kahvesinde edebiyat, sanat, politika bilmeden sadece sıradan hayat konuşan amcalar, sizden daha fazla haz veriyor. Kandil geceleri camide şerbet dağıtan teyzeler, TV’den izlediği duaya evinde ‘Âmin!’ diyerek el kaldıran insanları daha fazla önemsiyorum. Peygamber (s.a.v) adı geçtiğinde irkilen, yerinden doğrulan ve salâvat getiren; ezan okunduğunda, selam verildiğinde bacak bacak üstüne attığı pozisyonunu saygısından bozan insanları daha çok önemsiyorum. Sizin edebiyata bulaştığınızdan beri tanık olduğum ahlak ve insan olma ekseninden uzaklaşmanızdan, her türlü kutsalı hafife almanızdan, Allah yerine tanrı deyişinizden yoruldum artık.
Niyetim Nedir?
Bütün bu bildiklerimizle sadece hüzün büyütüyoruz, dert büyütüyoruz, sözde bilgi büyütüyoruz ama hayat küçülüp gidiyor. Ve hayatın gerçek kaynağından, olması gereken rotasından, bulaştığımız bu kirli kibir budalalığı –edebiyat- bizi farkındalık kıyılarımızdan geriye dönemeyeceğimiz kadar uzaklaştırıp duruyor. Hayatımızda tartışılması ve anlaşılması gereken her kavram için bir şeyler okuyup bilgilenelim derken aslında her şeyi tüketen modern hayatla birlikte sonu gelmeyen bilgi katliamının cellâdı da oluyoruz. İşte bu yüzden, edebiyatın edepsizliğini bırakıp ‘Müslüman’ olmamız lazım! Çünkü bugüne kadar şiir okuyarak, Tolstoy ya da James okuyarak, Beckett okuyarak ya da edebiyatı yaşam felsefesi yapacak kadar saplantılı yargıyla kuşanıp hayat onaran tek bir insana rastlamamışızdır, rastlayamayacağız da. İki elini başının arasına alıp düşünen her aklı başında insanın göreceği tek gerçek: ‘Hepsinin insanı olması gereken eksenden’ uzaklaştırdığıdır. Özellikle 90 sonrası başlayan edebiyat yağmalama, dergi çıkartma, şiir analizi yapma, edebi metinlerde niyet, düşünce ve estetik arama yerine boşluk ve kibir büyütmenin en temel aktörü olan genç kuşaklar maalesef “edebiyatı sigaralarıyla tüttürecekleri modern tüketim malzemesine dönüştürmüştür!” Maneviyatın bütün kazanımlarını alt-üst eden bu yeni düzenin özellikle ‘günümüzde’ en temel adı olan edebiyat, bu açıdan bakıldığında “sadece ruh bönlüğünü tatmin eden koca bir palavradır!”
Haşiye: Sözlerim kendimedir alınmanıza ve cevap vermenize gerek yoktur.
Nurdal Durmuş / Kaynak Belirterek Alıntı Yapılabilir.
Buna tam olarak “aslına rucu” etmek deniyor işte! ( yanlış anlamayın aslınız pür-i pak olduğundan değil, fıtratınız İslamiyet üzere doğduğunuzdan)
Zamanında pisliği marifet zannedip takıştırıyorsunuz oranıza buranıza. “öteki” gibi olmak, kabul görmek, komplekslerinizden kurtulmak adına yapıyorsunuz bunu.
Bataklık göz hizasına geldiğinde, fıtratınız isyan etmeye başlıyor. Çırpınıyorsunuz (tıpkı şuan olduğu gibi)çıkmalıyım buradan diyorsunuz, afakanlar bastı artık yeterrr diyorsunuz. Oysa her çırpınma eylemi biraz daha biraz daha batmanıza neden oluyor.
Kurtulmak için tek çıkar yolunuz size uzanması gereken bir el. Zibidi kimliğiniz “Tanrım ellerimden tut” deme küstahlığında bulunuyor son kez…
Fark ettiniz mi bilmem. Sizler bu yazıları yazarken aslında kendinizle çelişiyor, kendinize olan tiksintinizi dile getiriyorsunuz.
Şimdi bataklıktan kurtulma zamanı. Ya peşinizden sürükledikleriniz? Sizin gibi olmak isteyen hatalarınızla (da) sizi sevenler… Onları kim döndürecek idollerinin doğru(!) yollarından? Kim uzatacak onlara ellerini, bataklıklarınızdan kurtulmak için?
Tanrılarınız mı? (hâşâ)
Bizler “hepinizden” tiksiniyoruz. Eyy İslami camia entelleri!
İtidâl… Şiir kur insan yazar da, lakin edebiyatı tutup kuyu haline getirirse ve cennet kokusuna hasret ruhuna da kuyuları mayalarsa cehennemi bir azap içinde yalpalayıp durur. sonra başlar mide bulantıları, intihar besmeleleri, boşluğu yumruklamalar. Â’raf ta çırpınış. çırpındıkça dibe batış. Allah damarlarımızı edebiyatın ve kendinden gayrısının zehrinden uzak kılsın. Âmin.
26 Ağustos 2010 17:49
nurdal bey sanırım yeni bir esra elönü olmaya çalışıyor. şu yazı, gerçek ve ulvî bir edebiyat eseri olmadığından sanırım böyle gençlik sitelerinde yayımlanıyor. birilerine kızıp genel ifadeler, başlarım sizin edebiyatınıza gibi baştan hastalıklı kelimeler, boş ataklar, saçma sonuçlar. geçelim bunları, geçelim. işimize bakalım. yapmayacak işi olmayan sağa sola böyle saldırır. gereksiz işler. gidin duanızı edin. burdan kimseyi ihya edemezsiniz. başlarım sizin bilmem neyinize üslubunuzla da etmeyin zaten.
28 Ağustos 2010 23:39
galiba edebiyattan uzaklaştıkça daha çok kendimizi bulacağız. söyleyecek çok şey var galiba dostum… yazdıkların belki de konunun sadece besmele’si…
2 Ağustos 2010 13:51
“fefirru ilallah” (o halde Allah’a kaçın) kuran’ı kerim
bu ayeti dergiye koyalım dediğimizde infial olmuştu. otuzuncu sayfa üzerinde ne kadar çok tartıştık… ikimize yapılan itirazları, değiştirdiğimiz sayfa tasarımları, o kadar uğraşı hatırlıyorum da…
m.kutlu’nun “ya tahammül ya sefer” adlı eserinde “… Durduğumuz noktada inançlarımızın eskidiğini, yabancılaştığını hiç tecrübe etmediniz mi? En acı kayıp budur: Gerilemiş ruhların mütemadiyen tavizler vererek hayatla, zaruretle uyuşmaları…
Filozofun öğüdü bütün hayatımızda takip edeceğimiz en esaslı metottur:
>>Uzun yolu seçiniz…>>”
gelip durduğumuz noktada gördüğümüz o ki, insan ne yaparsa yapsın hesabı hep Allah’a kalacak… hesabın görüleceği yer belli olduğuna göre hesabı doğru yapmamız lazım.
bazı süreçler yaşanmadan da farkındalık hâli geliştirilebilir. özellikle batı edebiyatında romanın fazlaca gelişmesi, bizde ise “kıssa”ların ne derece önemli olduğu aramızdaki algı farkını ortaya koymakta.
konuya hakim olmak ve ne söylediğini bilmekle, “bilgi yüklü merkepler” pozisyonuna düşmek arasında sanırım imani bir fark söz konusu.
nurdal abi, özellikle “bir kısım” gençlerin “edebiyat” adı altında geliştirdiği düşünce biçiminin süreç içerisinde başka bir alana tahvil edilmemesi durumu ciddi sıkıntılara yol açacak. umarım bu yazı yaşanması mümkün olan belli olumsuzlukları engelleyecek bir dua olur.
sağolasın…
Algı algılandığı kadardır diyerek bitiriyorum…
31 Temmuz 2010 20:56
akla karşı değil, akla ziyan tezler bunlar. bu yazı acayip mi acayip, cesur mu cesur ve aynaya bakmayı bilmeyeneerin kesinlike hazmedemeyeceği bir yazı.
15 Temmuz 2010 10:05
yazı güzel,vurgular muhteşem,ama diyorum bir genelleme yapılmasaydı,daha iyi olmazmıydı,umarım bu sadece benim hüsnü kuruntumdur,umarım ben yanılıyorumdur….
15 Temmuz 2010 10:36
Evet tüm yazıların güzeldi ama bu hepsini tek kalemde özetlemiş.ve hayatta gerşek yaşamın gerçek değerelerin neler olduğunu açıkca anlatmış..Sözlerim kendime desende herkes kendine pay çıkarabilmeli diye düşünüyorum…
15 Temmuz 2010 10:48
asl… Devamını Görında genelleme yaptığı iyi oluyor…ve içinden geçen en güzel doğruları kalemle dile getirmiş. “bazen insanlık nereye gidiyor?” diye kendi kendime sormadan edemiyordum…ve sevgili Nurdal, bunu çok güzel anlatmış…ve öyle ki, o köy kahvelerini bırakın! köyün kendisi bile halen eski medeniyetlerle yaşıyordur…temiz ve pak..içlerinde saf duygularla…inançları kat kat yüksektir..Allah inancı çoktur..tv olmayan köyler var…olmadığıda çok iyi…önceden sohbet ortamları olurdu..ama, şimdi o küçücük kutuya bağlı kalıyoruz..nerde? sohbet? nerde geleneklerimiz…yitiriyoruz..kendimiz tüketiyoruz..bu tür duyguları. ve gençliğimiz de nereye gidiyor? satanist, inançsız ve agresif bir gençlik…
15 Temmuz 2010 10:56
Maneviyatın bütün kazanımlarını alt-üst eden bu yeni düzenin özellikle ‘günümüzde’ en temel adı olan edebiyat, bu açıdan bakıldığında “sadece ruh bönlüğünü tatmin eden koca bir palavradır!” of aman amaannnn…
15 Temmuz 2010 11:47
” Okuma eylemi ‘oku’ emrindeki sadeliği ve derinliğinden uzaklaşmakta. Sanki önümde kitaplar, yazarlar, dergiler ve şiirlerden oluşan koca bir dağ var ve aradığım her neyse onun ardındaymışçasına çoğu kez kendimi çaresiz hissettiğim zamanları hatırlıyorum. Şimdi düşünme zamanı; tüm bunlar bizim için bir amaç haline mi dönüşmüş, yoksa aradığımız ya da anlamaya çalıştığımız hakikatlere ulaşma adına bir araç mı? Teşekkür ederim, kendi okumalarım üzerine eleştirel bir bakış açısıyla düşünmeme vesile oldunuz
15 Temmuz 2010 13:17
köy kahvesinde edebiyat, sanat, politika bilmeden sadece sıradan hayat konuşan amcalar, sizden daha fazla haz veriyor. Kandil geceleri camide şerbet dağıtan teyzeler, TV’den izlediği duaya evinde ‘Âmin!’ diyerek el kaldıran insanları daha fazla önemsiyorum—abimm ne denir bilmiyorum azbucuk bu söylemlerin içine girdiğim on günde şunu dedim tangala gitmeliyim kafka biliyorum ama bir hadisin açtığı yarayı dosto ne anlasın dede dağı ne bilsin kafamda beynimde doldu ah anam benim ya–gavurların hayatı sanamı kaldı deyip derdine bakmadan hikeyei anlattı nasıl olur nasıl giderim bilmiyorum ama bana mevla öyle ortamları nasip etmesin dede dağına bakıp ettiğim ilk duaydı bu benim için amin dermisin….
15 Temmuz 2010 22:34
öncelikle teşekkür ediyorum. edebiyat doğal sohbet ortamlarına set olmuş durumdadır.kendimden örnek verebilirim ki edebiyatla ilgilenen (içinde boğulan hatta) birkaç arkadaşımla biraraya geldiğimizde onların şairlerden şiirlerden konuşması beni fazlasıyla huzursuz etmişti. düşünüyordum; ”ben de kitap okuyordum, kendimce takip ediyordum ama o süslü cümleler içerisinde kaybolmak mı gerek? bu muhabbetler ne katıyor insan hayatına?” diye, eksikliği de kendimde hissetmiştim…evet biraz da mahcup olmuştum sanki…onların yanından bir an önce ayrılıp sıradan dostlarımla sıradan hayat konuşmak istiyordum huzurla… ne iyi ettin de içindeki birikmişlikleri bizlere sundun.bu cümlelerle içime su serptin dost! bundan sonra hüznünün büyümemesi dileğimle, tekrar teşekkür ediyorum, eksik olma…
16 Temmuz 2010 00:54
yazınız güzel ama ben bişeyi anlamadim radyo programınız ne zaman hangi ara sona erdi neden cok merak ediyorum senelerdir büyük beğeniyle devam eden cumartesi akşamlari duymaya cok alışıp bağlandığımız herkezin vazgeçilmez pırogramı sair zamanlar artık neden yok
18 Temmuz 2010 14:47
Sürekli edebiyatla din karşılaştırılmış ve dahi edebiyat kötülenmekten başka birşey yapılmamış. Bu ikisi birbiriden uzak kavramlar ve edebiyat bir inanç değil ki din ile ya da inanılan birşeyle kıyaslansın.Ayrıca -o kadar komik ki-bu yazıda da o çöplük yerine konulan cümlelerden var.Edebiyat ya da edebiyat demeyelim kimilerinin kafasının almadığı cümlelersiz duygular ve düşünceler zor anlatılır.Öyle zamana gelir ki artık kelimelerin var olan anlamları sizin duygularınızı düşüncelerinizi karşılamaz ve böyle zamanlarda kelimelere farklı anlamlar yüklenir ki bunlar da imgelerdir.. Ayrıca dediğim gibi çöplük yerine koyduğunuz cümlelerden kendiniz de kullanmışsınız neden çünkü bütün bunlar sizin düşünceniz ve düşüncenizi kelimelerin gerçek anlamları karşılamıyor.
19 Temmuz 2010 13:28
alınmadık, cevap veriyoruz edebiyatı bırakın da sözlerinizin kendinize ait olduğunu anlayalım.
20 Temmuz 2010 15:50
haddime değil ama sürekli edebiyatla din karıştırılmış diye elestiri yazanların yazının amacını anlamadıklarını, saptırdıklarını düşünüyorum! yazarı doğru yazdığı ve dogru gözlemlediği için mı yerden yere vuracağız yoksa gidip aynaya mı bakacağız bütün mesele budur. bence önce aynaya bakalım sonra baskalarını yerden yere vurmak çok kolay zaten.
21 Temmuz 2010 23:48
Okuduğum bu yazınız gerçekten takdire şayan. Tek bildiğim şu ki sizin gibi yazarlara bir hayli ihtiyacımız var. Kaleminiz hayr getirsin efendim. Bâki dua ile.
22 Temmuz 2010 23:01
abi helal olsun! modernleşen cümlelerimiz ancak geçmişin yadıyla bu kadar temize çekilebilirdi!.. taze gibi sunulan cümleler dualarımızı çürütmeyecek! iyi ki varsın ve yazıların iyi iyiki….. baki güzellikle…
24 Temmuz 2010 22:59
Eyvallah dostum, cuma namazı için indiğimiz köy camisinin kapısında gördüğüm NURDAL DURMUŞ’ un,sebebi ziyaratinin maksadı belli oldu.çıkışta göremeyip dile getirdiği o güzel insanlarla bol bol sohbet ettini düşünüyor çok istememe rağmen sohbet edememenin üzüntüsünü yaşıyorum. ama o sıcak kucaklaşmanın ileride çok sohbet ediceğimize vesile olacağını düşünüyorum.yüzüne yansıyan yürek güzelliğin hiç solmasın dostum.
29 Temmuz 2010 14:04
cümleleri ezdirmeden,söylemek istediğini eveleyip gevelemeden,güzel türkçemizin katıksız üç bin kelimesiyle konuşmak dururken niçin komşu çocukların edebiperestlerine özeniriz bilmiyorum..
mütemadiyyen söylenmiş güzel tespitler sayın Nurdal Durmuş beyefendi.
bende nefret ediyorum; Allah yerine tanrı kelimesini kullandığında entellektüel olduğunu sananlardan…
Akif’in sözlerinin tam sırası;edebiyatla uğraşanlara faydası olur inşallah.
1.libas hizmetini,gıda vazifesini görmeyen edebiyat bize hiçbir şey söylemez.
2.hele ‘sanat sanat içindir!’gibi yüksek nazariyeler bizim idrakimizin pek fevkindedir.
3.Biz edebiyatın vatanı olduğuna iman edenlerdeniz.O sebepten hiçbir milletin edebiyatını kendimize mal etmek istmeyiz.
4.Bizim eserlerimiz kaba sabadır lakin yerli malıdır.
5.Bizim ictihadımıza göre; edepsizlik başladığı yerde edebiyat biter.
6.Bizim için halka söyleyecek eserler lazım.Altı yüz bu kadar seneden beri yalnız havassı düşüne düşüne avam olmuş gitmişiz.
7.Sade yazmak bizim için asıl değildir. Ne zaman bu asıldan ayrı düşmüşsek,mutlaka muztar kalmışız.
Edebi düsturumuzun nasıl olması gerektiği sanıyorum yeterince açık.. Düsturu olmayanın destur diyeni de olmaz.