Cellât uyandı yatağında bir gece
“Allah’ım!” dedi ” Ne zor bilmece:
Öldürdükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe…
ataol behramoğlu
Doğduğunda bir Çingene çadırına açmıştı gözlerini. Çocukluğu ve gençliği sefalet içinde geçmiş oradan oraya yersiz yurtsuz, bir fırtınanın önünde sürüklenen yaprak gibi savruluyordu. Üstelik Çingene olmayan bir kızı sevmişti. Kız da onu. Bin bir umutla dayanmışlardı kızın babasının evine; Allah’ın emri peygamberin kavliyle istemişlerdi; lâkin “Ben Çingene’ye kız vermem!” sözü bir tokat gibi suratına çarpılıp kalbi darmadağın edilmişti. Çingene derlerdi adlarına, doğuştan talihsiz bir başlangıcın iyi olmayan sonlarıyla karşılaşmaktı. Nereye gitseler yurt tuttukları ellerde hep şüpheyle bakılan ve hiç sevilmeyenlerdi onlar. Yine de aldırmadan bildikleri gibi yaşıyorlardı hayatı. Çingene Hüseyin o sabah kara bir haber daha almıştı. Gönül verdiği kızın babası sevdiceğini köyün tefecisine telli duvaklı gelin etmişti.
Aynı gün radyodan hayat darbelere yapılan askeri darbe anonsu yayılıyordu.
“Aziz Türk milleti… İşte bu ortam içinde Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu’nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına, emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış, ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur…”
12 Eylül 1980 darbesinin haberi, Çingene Hüseyin’nin radyosundan bu cümlelerle duyuluyordu. Fakat bütün bir toplumu derinden etkileyen bu haber Çingene Hüseyin’in hayatını değiştirecek kadar iyi bir haberdi de. Çünkü ihtilal ile birlikte yıllardır tutunamadığı hayata tutunacak yeni bir işi olacaktı. ‘Cellâtlık.’
Açlığın pençesinden idam sehpasının yanına getirilen Cellât Hüseyin’in ilk kurbanları 12 Eylül döneminde asılan Erdal Eren, Mustafa Pehlivanoğlu, Levon Ekmekçiyan ve Ali Bülent Orhan olacaktı.
Üstelik her idam başına pazarlık yapıp idam edilecek kişinin durumu ve statüsüne göre ekstradan para talep ettiği yıllar sonra ortaya çıkan idam tutanaklarına bile yansımıştır.
…
Bir başka cellâtta 1967 ihtilalından sonra İmralı’ya gönderilen Adnan Menderesi idam eden cellâttır ki o cellâdı Mehmet Ali Birand’ın ‘Demir Kırat’ belgeselinde tanıdım. İmralı cezaevinin o dönem müdürlüğünü yapan kişi tarafından anlatılan bu hikâye en az idam kadar etkileyici bir trajediydi. Müdürün anlattığına göre 1961’de Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idama mahkûm edildiklerinde onları asmak için cellât seçmeleri yapılmış.
Asılacak kişilerin mahiyeti de göz önüne alındığında bu seçimlerin titiz yapılması ve görevini hiçbir aksaklık yaşamadan ve duygusal olarak da etkilenmeden başarıyla gerçekleştirecek kişiler olması için aday cellâtlara bir dizi psikolojik test de uygulanmış. Sonuçta bütün bu testlerden başarıyla geçen iki cellât bulunmuş. Bulununca da cezaevi müdürünün odasına getirilmişler.
Müdür cellâtları karşısına alarak son bir kez emin olmak için söz konusu idamları başarıyla yapıp yapamayacaklarını sormuş. Cellâtlar ‘Elbette yaparız!’ deyince gerekli belgeler imzalanmış ve cezaevi müdürü depo sorumlusunu çağırarak cellâtlara idam için istedikleri malzemeleri vermesini emretmiş. Depo sorumlusuyla cellâtlar cezaevi müdürünün odasından çıkarken içlerinden biri durmadan geriye doğru yüzü asık bir şekilde müdüre doğru bakıp duruyormuş. Derken kapıya varınca bu cellât durmuş ve sıkıntılı bir şekilde geri dönmüş. Cellâdın yüzündeki ifadeyi gören müdür “Bir şeyin mi var, hayırdır?” diye sorunca, “Var efendim!” diye cevap vermiş cellât. Ardından da imzaladığı belgeleri işaret ederek ismin yanında yazan cellât kelimesine itirazı olduğunu dile getirmiş.
Müdür, “Evet, siz cellât değil misiniz, elbette öyle yazacak.” deyince cellât biraz durakladıktan sonra, “İyi de efendim, ben öteki arkadaştan her bakımdan daha kıdemliyim. Sonuçta cellâtlık seçim testlerden başarıyla geçmiş olsa da bu onun ilk cellâtlık görevi olacak. Fakat ben zamanından börekçi Hüseyin’i asmıştım bu nedenle benim adımın yanına “baş cellât” yazmalıdır.” diyerek oradan ayrılmış.
Bugün 12 Eylül darbesin üzerinden tam 35 yıl geçti. Darbecilerin yargılamadan ya da sonucu baştan belli yargılamalarla kurduğu mahkemeler ve idam sehpasına gönderilen kişilerin yanında bu idamları gerçekleştiren cellâtları ruh halleriyle ilgili iki trajik örneği hatırlatmış oldum.
Allah bizi bir daha darbeler ve ağır sonuçlarıyla karşılaştırmasın.
Hayata darbelerin, zamana darbelerin, sanata darbelerin, askeri darbelerin karşısında duran bir sivil olarak yaşamanız dileğimle…
Nurdal Durmuş
Darbeler ve Cellat Kabusları
Nurdal Durmuş Sosyal Medya Hesapları.
Takip Etmek İçin;
Yazı gezinmesi
1977 Artvin – Şavşat Doğumlu. Uluslararası İlişkiler Mezunu. İnsanlık yararına, gönüllü iyilik faaliyetlerinde bulunmak için 35 Ülke dolaştı. Gençlik projeleri yazdı ve yürüttü. Aktif olarak gençlik ve gönüllü aktivitelerin içinde yer aldı. Ayrıca toplum ve gençlik alanında sosyolojik incelemeler kaleme aldı, radyo ve televizyon programları yaptı. Birçok Stk için gönüllü yönetim süreçleri tasarladı, yönetim süreçlerinin içerisinde yer aldı. Türk Kızılay gönüllü yönetim sistemi, Genç Kızılay ve Türk Kızılay Kadın gönüllü yapılanmasına öncülük etti. Türk Kızılay kamplarının içerik ve hedef gurup olarak yeniden yapılanmasını sağlayarak tematik kamp konseptleri geliştirdi. Gönüllü faaliyetler, gönüllü yönetimi, gönüllü projelerinin yanında ülkelerin, sosyal hayatlarına dair yazdığı kitabı yakında tamamlanmış olacak. Şimdiye kadar; İzdiham, Ay Vakti, Temrin, Yolcu, Ayraç, Otuzuncu Harf vb. edebiyat ve kültür dergilerinde yazdı, bazılarında yazmaya devam ediyor. Ulusal ve yerel TV'lerde, radyo istasyonlarında metin yazarı, editör ve danışman olarak görev yaptı. 2005 yılında Hayata Başlık Atamadım isimli günlük denemelerinden oluşan bir kitap yayınladı. İkinci kitabı Hiç Sesler 2015 yılında okurla buluştu. Şimdilerde Türk Kızılay Gönüllü Yönetimi Direktörü olarak Hilalin gölgesinde, insanlık ve iyilik uğruna çalışan insanlık için çaba gösteriyor. Ara sıra ceplerine çakıl doldurup deniz taşlıyor. Hayatın kısa, kısadan da kısa olduğunu düşünüyor. Dahası mı? Şiir okuyor, kitap okuyor, ayet okuyor, şarkılara eşlik ediyor, ıslık çalıyor, yazıyor ve şükrediyor! Kaldırım kenarına oturup karıncalarla konuşuyor. Dünyayı iyiliğin ve vicdan sahibi insanların kurtaracağına olan inancını henüz kaybetmedi. Biliyor ki; Yapılacak çok iş, gidilecek çok yol, okunacak çok kitap, görülecek çok ülke, el uzatılacak çok yetim, iyileşecek çok yara, insanları kurtarmamız gereken çok savaş, ziyaret edilecek çok dost, yazılacak çok yazı, edilecek çok dua, onarılacak çok kalp, bunlar için çok az zaman var!
“Darbeler ve Cellat Kabusları” için 2 görüş
Bir yanıt yazın
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.
Cellat uyandı uykusundan bir gece
“Tanrım!” dedi, bu ne zor bilmece..
Bu şiire bile sansür uygulayıp, “Allah” yazmışınız Tanrı yerine. Oysa ikiside aynı, Türkçe “Tanrı” denilir. İlle arapça söylemek zorundamıyız?
Cuma hutbesi türkce oluyorda, diğerleri neden olmasın?
Ya Allah aşkına, açlık, sefalet çeken sadece çingenelermi bu dünyada? Hiç, açlık çeken laz, çerkez, kürt, arnavut, boşnak, pomak yokmu? Neden bu cellatlar illaki çingenelerden çıkıyor?