Bayram Zaten İyiydi. Keşke Biz de İyi Olabilseydik!
Bayram sabahı…
İlk işim evimizin pencerelerini açmak oluyor.
İçimden bir ses “Pencereleri aç, hemen aç, hızlıca!” diyor.
Sanki odalara, ruhsuzluğumuza, dünya yutmuşluğumuza nasip ve bahar dolacak. Sanki güneşe bir adım daha yaklaşacağız.
Beton duvarlı evlerimizden bayramın coşkulu caddelerine çıkıyoruz. Her tarafta akıl almaz bir heyecan var. Daha dün incir çekirdeğini doldurmayacak konular yüzünden tartışan iki komşumuz, kol kola bayram namazı telaşında.
Ailemde bayram namazlarına geç kalışıyla meşhur bir adam bilinirim. Yeğenim Ömer, ‘Nurdal bir gün imamın arkasında bayram namazı kılacak kadar camiye erken giderse kıyamet alametidir.’ diyerek dalgasını geçiyor.
Haklı, yine geç kaldım.
Ayakkabılıkta bir yer buluyor, sıkışıyorum.
Ayakkabıların içinde bir çocuk, elinde ‘biricik’ yazan bir poşetle kapıda yüzü bize[cemaate] dönük oturuyor.
Yüzüne bakıyorum gözlerini kaçırıyor. Resmini çekmek istiyorum cemaatten korkuyorum.
Nihayet bütün cesaretimi toplayıp çaktırmadan yukarıda gördüğünüz fotoğrafı çekebiliyorum.
İmam yardımlaşmadan, eti nasıl dağıtacağımızdan, insanoğlunu iyi edecek bütün davranış biçimlerinden klasik metinlerle, akıcı olmayan ve kendisinin de alıştığı, yeni bir şey söylemediğinin farkında olarak konuşup duruyor. Mahalle camisinin cenaze kaldırmak için bir alanı ve musalla taşı yokmuş. Ben yeni farkına vardım. İmam, “Yardımlar bol olsun!” diyerek kurnaz tüccarlar gibi bayramı ticarete kurban ediyor. Galiba ölmeden bunu bilmem iyi oldu.
Namaz bitti. Cemaat, camiyi yangın yerinden kaçışır gibi terk ediyor. Üstelik ayakkabılıkta bekleyen çocuğun ruhunu öldürerek… Bir cesedi ite-kaka ezdiklerinin farkına varmadan… Az önce hoca ne anlatmıştı? Kimse dinlemiyorsa neden geldiniz? Sanırım musalla taşı için yeterince para toplanmıştır ama henüz taş yerine dikilmeden, üstelik yaşayan bir çocuk gömüldü kimse farkında değil.
Dışarı çıktım, başını okşadım. Gözleri dolmuştu.
Camiden kalbine umursanma hissi bırakarak ayrıldım.
İnsanlar bilmedikleri işin mağduru olmaya meraklı. Haber bültenleri acemi kasap haberleriyle dolu. Yaralanan, belini inciten, çifte tekmeyle savrulan, tosunun boynuzlarına hedef olan acemi kasaplar… Belediye bizim yerimize bu işleri profesyonelce yapıyor. Ne bu zorlama ey millet, anlayamıyorum sizi! İnsan olmaya çalışsak mesela… Kurban kesme işini bilene bıraksak, zorlamasak ve zorlanmasak… Çevreyi kirletmesek, inat etmesek…
Saçma sapan cesaretler kuşanıp savaşmasak ve bayramı eziyete dönüştürmesek…
…
Cep telefonuma bir sürü mesaj gelmiş. Benzer şeyler. Oysa insanlar kendi cümlelerini üretmeli. Samimiyet kötüde olsa bizim içimizdir. Maske kuşanmadığımız sade halimiz daha güzeldir.
…
Sonra sen aradın…
-Alo!
-Alo!
-İyi bayramlar!
-İyi bayramlar, çok teşekkür ederim.
-Dün arayacaktım ama ziyaretler falan arayamadım.
-Yok ca… önemli değil.
[Niye o aramalıydı ki? Ben de arayabilirdim.]
Özenle harfler çıkartıyoruz cebimizden. En azaltılmış kelimelerden, en basit, en soğuk cümleler kurguluyoruz. İçimizde müthiş tedirginlik birikmiş. Çok dikkatliyiz, neden acaba?
Neden anlayamadık birbirimizi?
Bütün kelimeler buz dağından kopup boğazımızda donuyor. Her cümleyi buzdolabından çıkartıp kurguluyor gibiyiz.
Oysa eskiden böyle miydi?
Ne kadar azaltmışız birbirimizi.
Bunu kendimize neden layık görüyoruz. Biz, birbirimiz iyi olduğunda iyi olabilecek kadar hasta insanlarken, neden birbirimizi kötü ediyoruz.
-Sonra tekrar görüşürüz. İyi bayramlar.
-İyi bayramlar.
[Bayram zaten iyiydi. Keşke biz de iyi olabilseydik!]
…
Nedense bayramları hep iki günmüş gibi algılıyorum. Üç ve dördüncü günlerin 90 dakikası tamamlanmış maçın uzatma dakikalarına benziyor. Yine de Bayramlar, yerkürenin en dış kabuğuna nefes almak için kafasını vurarak çatlatmaya uğraşan insanoğluna Allah tarafından uzatılmış bir hediye gibi. O deliğin açılmasıyla insanlığın güneşle kucaklaşması, soluklanması gibi bir his veriyor. Allah’ın ellerimize bahar kokulu bayramlar gönderiyor, güneşi daha içimize vurdurup aydınlatıyor. Tekbir sesleri dünyayı kuşatan bir halka gibi İstanbul’dan mağribe uzanıp birliğimizi pekiştiriyor. Sanki Bayram bitince de açılan bu delik kapanıyor ve yeniden boğulmamak, soluklanmak için kafamızı yerkürenin duvarlarına vurmaya devam ediyoruz. Ta ki, bir sonraki bayram gelene kadar…
…
Mezarlıktayım.
Tanıdığım biri yok. Ölünce, arkamdan gözyaşı dökecek biri olsun diye gittim.
Biri beni ziyarete gelecekse “sen” ol lütfen!
Selam ver bana ve rahmet oku!
Sadece utançları olan bir adam olmadığımı bil!
Sadece sakladığı sırları ve yalanları olan bir adam olmadığımı da…
Düşündüğün her neyse, o duygudan hep daha fazlası olduğumu da bil!
Kurban Bayramı 2011
Nurdal Durmuş
İyi olan bayramlarda seninde iyi olmanı Rabbimden diliyorum…Bayramlar çocuklara güzel deniyor, ben hala annemin babamın çocuğuyum sonuçta.. Yaşım 40’a da gelse böyle olacak. Bu bayram bana da güzel, onların ellerini öpebildim. Hayır dularını aldım.. Bu bayram sevdiğim herkesi gördüm. Bayram zaten iyiydi.. Bu bayram bende iyiydim..
21 Kasım 2010 22:41
Bursa’dan selamlar hayırlı bayramlar abi. Çok güzel anlatmışsın.
17 Kasım 2010 17:11
Nrden bu ilham nasıl yazıyorsun ya
17 Kasım 2010 18:07
Sayın yazarım, zaten buruk bir bayramdı, iyice burdunuz beni. İyi mi oldu şimdi.küstüm size..Teşekkürler bu güzel yazı için.
17 Kasım 2010 18:15
“İmam yardımlaşmadan, eti nasıl dağıtacağımızdan, insanoğlunu iyi edecek bütün davranış biçimlerinden klasik metinlerle, akıcı olmayan ve kendisinin de alıştığı, yeni bir şey söylemediğinin farkında olarak konuşup duruyor” çoktan beri dikkatimi çeken ve yıllardır bu meslekle haşırnrşir olan insanların, yani hocalarımızın on dakika tutan hutbelerde bile müftülüğün hazırladığı metinleri okumaya çalışmaları çok düşündürücü. Rabbime çok şükür bu bayram yine annem ve babamın yanındayım , ellerini öpüp hayır dualarını almak nasip oldu.Babam ALLAH senden ve senden sonra geleceklerden razı olsun diyor.annem iyi geçen amiliyatının sebebi benmişim gibi hala yattığı yatakta elimi tutup ALLAH seni korusun,dert yüzü görmeyesin diyo… AMİN güzel insan rahmetle kuşatılasın,sağolasın bu güzel yazı için,,,
19 Kasım 2010 10:01
Özenle harfler çıkartıyoruz cebimizden. En azaltılmış kelimelerden, en basit, en soğuk cümleler kurguluyoruz. İçimizde müthiş tedirginlik birikmiş. Çok dikkatliyiz, neden acaba?
19 Kasım 2010 10:20
tevafuk mu tesadüf mü bilemem yazın karşımda,okudum harbi cümleler kuruyorsun…geç de olsa bayramın mübarek olsun,uzuuuuuun bir süre sonra selam etmek güzel…
21 Kasım 2010 09:39
en sonda seslendiğiniz kim çok merak ettim .kim o öldüğünüzde mezarı ziyaret etmesini ,rahmet okumasını istediğiniz …
Niye bütün cümleler benim kalbime saplanır gibi ağır. Kurşun mu sıkıyorsun cümle mi kuruyorsun kardeşim? Manyak mısın nesin sen? Bu blog nereden çıktı karşıma. Nerden çıktın karşıma çek git işine. Adı nurdal olan adam sizi googleden yok etsek ve bulunmaz olsanız nasıl olur?
Millet bana sosyomatın delisi derde!
bayramda misafir gelen çocuklara odamı verip oynamadığım bilgisayar oyunlarından konuşmaları dinliyorum. hayatları daha sıcak olabilirdi. konuşmaya ihtiyaçları var. haklısın nurdal abi bayram 2 gün. bazı telefonlar da…neyse
3.gün ömer lütfi mete’nin mezarına gittiğimde hepinizden bahsettim özellikle güven’den. son istasyon’un yeni sayısı çıkmasına rağmen herkes yeni sayının fotoğrafını koymuşken hâlâ senin gülen yüzünle bakıyor, dedim.
başımızdan eksik olayın istiyorum. bunu çok istiyorum.
Allah’ım son istasyon benimle konuşsun (;
Başınızdan geçenleri, herkesin olağan bir tavırla baktığı olayları çok doğal bir dille yazmışsınız. Ayrıca anlattığınız şeyler aslında bütün insanların yaşadığ şeyler ama size ve sizin vesilenizle bize akseden tarafı çok farklı. Yani caminin önündeki çocuğu herkes görüyor ama bu görüşün sizin içinizde zuhur eden anlamlamlandırmaları çok hoş. Bunun için başka birçok örnek vermek de mümkün. Paylaşım için teşekkürler..:)
Yazılarınıza yansıyan biri var. Hüznü var. O dediğiniz kimse her yazıya hüznünü vuruyor gibi. Sanki bukadar yazmanızı ve bizim yazdıklarınızı derinlerimizde hissetmemizi o kişiye borçlusunuz!!!
neden kalplerde ararız bayramlıklarımızı? neden saklanacak yamaçlarımız yoksa kırıktır tebessümümüz?
soğukkanlı bir bayram geçirmişsin. düşünmeden hissetmeden pek çok. yada çok düşünüp çok hissederek… ama bayram coşkusu yok satırlarının arasında. dahası gülümsemeni de görmedim… birisi gelip de saçlarımızı okşamasa nasıl da üzgün değil mi çocukluğumuz?
haydi üsküdarımıza gidelim. hüdayi yolunu aramaya, kendi içimizdeki yolculuklarımıza… başladığımız kıyılara dönelim yeniden kendimiz olmak için.
kendine dikkat et dost yürek. gözyaşlarımı silecek elin hep gerek bana…
selamlar…
KATSAYI ZULMÜNE SESSİZ KALMIYORUZ CUMA GÜNÜ TAKSİM MEYDANINDA TOPLANIYORUZ!
Tarih:04 Aralık 2009 Cuma 13:30
Yer:taksim meydanı
http://www.facebook.com/group.php?v=photos&gid=102876954572#/group.php?gid=212126284609&ref=nf
I’m sorry
üstadım yine sıcak, keyifli, akıcı ve hoş bir yazı olmuş. iki esra’dan tarakçı olanının son istasyon’da yazması için derhal konuşulacak. elönü olanının ise hülya avşar gibi bir popüler kültür hadise’sinin karşısında onun komutlarına itaat eden ilkokul çocuğu gibi davranması açıklanabilir bir durum değildir. yok ayağa kalk, yok kıyafetine bakayım… emredersin hülya abla… nurdal abi görüşmek üzere… selam ve dua ile…