Adımlar, Ayrılık, Son Perde…
(I) Sabah…
Güneşin uyandığı vakitler. Çöpçüler güneşle birlikte geceyi süpürüyor sokaklardan. Uykulu gözleriyle şehre iniyor insan. Apartman kapılarından sayısız kaygılar düşüyor hayata. Caddeler… Sokaklar… Arabalar… Çocuklar… Babalar… Anneler… Bu benim adımlarını zamanın kalbinde koşturanları ilk seyredişim. İlk duyuşum, emeklerini fabrikalarda, konfeksiyon atölyelerinde kendi elleriyle öğüten adamların çaresiz feryatlarını. İlk tanıyışım, akşama kadar biriktirilen umutları, sabaha kadar yutup, yaşama her gün yeni kaygılar düşüren dünyanın dönüşünü.
(II) Akşam…
Güneşin uyuduğu vakitler. Güneş camlara çekilen perdelerle yavaşça süzülüyor hayattan. Az sonra gecenin koynuna yaslanacak şehir… Kent içindekilerle birlikte kör bir bıçağa sırtını dayayıp, sabahlara kadar sahte kahkahalarla somurtacak!
(III) Hüzün…
İçinizi vakitsiz bir hüzün kaplar aniden. Ne olduğunu anlayamaz, bütün gürültülerden kaçıp yalnızlaşmak istersiniz. Kaçtıkça çoğalır sesler, yalnızlaştıkça büyür hüznünüz. Sebebini bilemediğiniz sımsıcak yaşlar damlar kalbinize aniden. Ne çalacak bir kapı, ne yaslanacak bir huzur… Sessizce sıkıntılarınızın içine saklanır, kör karanlıklarda aydınlık ararsınız. Gün aralıklarından uykuya, gece aralıklarından yıldızlara koşarsınız. Zaman girdaplarında avare dolaşan vakitsiz bir ayrılığın, gözlerini size kırptığını görürsünüz. Ne geriye dönüp geçmişinize kavuşabilir, ne geçmişi terk edip geleceğe gidebilirsiniz. Sessizce ağlar, saklanacak bugün ararsınız. Bulamaz, kahrolursunuz.
(IV) Ayrılık…
Hüzünlü… Ağlamaklı… Çaresiz… Her şeye meydan okuyan kendimin alışamadığı, ağladığı ilk ayrılıktı. Biliyorum bu son gidişin. Birbirini gören aynaların içinde uzayan sayısız yollar kadar uzun yolun. Dokunsam tutacak kadar yakın, ama hiç dokunamayacağım kadar uzak. Sahi, sen hangi aynadan yansıyan gerçeksin? Hangi gecenin yıldızı, hangi yolun yoldaşısın? Sahi, arkasına bakmadan bırakıp giden sen misin?
(V) Belirsizlik…
Bilmem! Ne gösterir zaman? İnsanlar, ayrılığa da alışmalı. Kader! Üzülme, bazen ayrılıklardır insanları birbirine kavuşturan. Biliyorum, bu son gidişin. Artık dönmeyeceksin. Arkandan su dökmek bile işe yaramayacak. Gözlerinin içinden bana doğru akan görüntü karelerinin içerisinde yer alamayacağım artık. Nazlı bir kalp olup küsemeyeceğim sana. Ürkek bir kelebek gibi konamayacağım yüreciğine. Ayrılmak alışmaktan da zormuş!
(VI) Son Perde…
Adımlar, Ayrılık, Son Perde… İçimde saklı duran, saklandığım bu şehirde, yaşamsal davranış biçimlerimden geriye büyümekten değil; içindeki sesi yitirmekten korkan bir ‘ben’ kaldım. Rabbim! Ben artık seslerin ortasında sessizliği arayanlardanım. Gördüklerimin, yaşadıklarımın sancısını hissedemez oldum. Yalvarıyorum, “Ölümü unutmadan ellerimden tut! Yoksa düşeceğim!”
Yazarımızı Sosyal Medyadan Takip Etmek İçin;
Adımlar, Ayrılık, Son Perde…
facebook : http://www.facebook.com/nurdaldurmus
twitter : http://www.twitter.com/nurdaldurmus
‘Güneşin uyuduğu vakitler. Güneş camlara çekilen perdelerle yavaşça süzülüyor hayattan. Az sonra gecenin koynuna yaslanacak şehir… Kent içindekilerle birlikte kör bir bıçağa sırtını dayayıp, sabahlara kadar sahte kahkahalarla somurtacak!’
‘Sahte kahkahalarla somurtmak’,o kadar çok şey çağrıştırdı ki bana..Bu sahte kahkahalar belki de hayatın en çok bu anlarına yakışıyor…Yani benzetmelerimize aldırırmı gece bilmiyorum ama kör bıçakları aydınlıkla düş kuran karanlığımıza yakışıyor şimdilik…
‘Biliyorum bu son gidişin. Birbirini gören aynaların içinde uzayan sayısız yollar kadar uzun yolun.’
Tahayyül sınırlarımı esneten bir cümle daha…İyi ki aynalarımız var,birbirinin içini görebilecek kadar sağlam gidişler yaratıyor…Ve iyi ki gitmek,geride bırakılan görüntüleri netleştirecek bir umuda yol açıyor hala..Ardına bakılsa da,bu kalanlara veda sayılmıyor çünkü giden de,kalanda bir o kadar uzak kendisinden ve bir o kadar yakın iç seslerine…
‘İçimde saklı duran, saklandığım bu şehirde, yaşamsal davranış biçimlerimden geriye büyümekten değil; içindeki sesi yitirmekten korkan bir ‘ben’ kaldım. Rabbim! Ben artık seslerin ortasında sessizliği arayanlardanım. Gördüklerimin, yaşadıklarımın sancısını hissedemez oldum. Yalvarıyorum, “Ölümü unutmadan ellerimden tut! Yoksa düşeceğim!” ‘
Hangimiz içimizde ki sesi uğultusuz duyabiliyoruz hala..Hangi sesi susturup yerine bu sesi koyabiliyoruz…
Eyvallah sabahımı huzurlandıran yazıydı Nurdal Durmuş..
Kalbimle…
Bilmem! Ne gösterir zaman? İnsanlar, ayrılığa da alışmalı. Kader! Üzülme, bazen ayrılıklardır insanları birbirine kavuşturan. Biliyorum, bu son gidişin. Artık dönmeyeceksin. Arkandan su dökmek bile işe yaramayacak. Gözlerinin içinden bana doğru akan görüntü karelerinin içerisinde yer alamayacağım artık. Nazlı bir kalp olup küsemeyeceğim sana. Ürkek bir kelebek gibi konamayacağım yüreciğine. Ayrılmak alışmaktan da zormuş!
yüreğinize sağlık
Hüzün…
İçinizi vakitsiz bir hüzün kaplar aniden. Ne olduğunu anlayamaz, bütün gürültülerden kaçıp yalnızlaşmak istersiniz. Kaçtıkça çoğalır sesler, yalnızlaştıkça büyür hüznünüz. Sebebini bilemediğiniz sımsıcak yaşlar damlar kalbinize aniden. Ne çalacak bir kapı, ne yaslanacak bir huzur… Sessizce sıkıntılarınızın içine saklanır, kör karanlıklarda aydınlık ararsınız. Gün aralıklarından uykuya, gece aralıklarından yıldızlara koşarsınız. Zaman girdaplarında avare dolaşan vakitsiz bir ayrılığın, gözlerini size kırptığını görürsünüz. Ne geriye dönüp geçmişinize kavuşabilir, ne geçmişi terk edip geleceğe gidebilirsiniz. Sessizce ağlar, saklanacak bugün ararsınız. Bulamaz, kahrolursunuz.
başka hangi cümleler anlatabilirdi hüznümü..her seferinde bana kattığın bir şeyler var işte, daha ne olsun..teşekkür (!) ediyorum..
(çocuk oldum annem saçlarımı okşadı,ağladım..:( )
Gündüz, gece, ayrılık, yalnızlık, belirsizlik ve hüzün.. Ne kaldı geriye söylenecek! Kelimeler sancı içinde kıvranıyor artık, tıpkı sevgilim olan yalnızlığım gibi..
”Ölümü unutmadan ellerimden tut! yoksa düşeceğim” yakarışı, şimdi benim de yüreğimde. Teşekkürler sana..