2 Aralık 2011

4 Ülke 8 Gün. Yollar Bize Memleket [3. Bölüm]

ile Nurdal Durmuş

Yollar Bize Memleket [3. Bölüm] Yazanlar:
Nurdal Durmuş
Gökhan Şimşek
Gezi Fotoğraflarına Buradan Ulaşabilirsiniz.

Balkanlar’da hangi şehre giderseniz gidin, mutlak suretle özünüze ait bir şeylere rastlarsınız. Mimarisinden yaşam tarzına, insanından toprağına kadar her yerde bir iz vardır. Yabancılık çekmez, kısa sürede içselleştirir, bazen mutluluk, bazen de yoğun bir hüzün solursunuz rüzgârdan. Çabuk alışır, toprağın türküsüne eşlik edersiniz. Gördüğünüz rüya değildir. Bütün kasabalara, sokaklara aşinasınızdır. Dikkatli dinlerseniz, dağın taşın anlattıklarını duyar, o yollardan daha önce geçtiğinizi sanırsınız. Srebrenica hariç tüm şehirlerin hüznünü hissedersiniz. Srebrenica’da hissettikleriniz, daha önce bilmediğiniz bir duygudur, adını koyamazsınız. Hazırsanız, Avrupa’nın utanç başkenti Srebrenica’ya doğru yola çıkıyoruz.

Srebrenica

Saraybosna’ya 170-180 km. uzaklıktaki Srebrenica’ya doğru ilerliyoruz. Yolun tamamına yakını tek şerit ve dağlık. Yol boyu akan nehir ve sık ormanların içinde yaklaşık 3 saat sürecek yolun sonunda Srebrenica var. Saraybosna’dan çıktıktan hemen sonra Sırp Cumhuriyeti’ne giriyoruz. Sınırları neredeyse Saraybosna’nın içinde başlayan ve Sırbistan’a kadar uzanan, başkenti Banjaluka olan ve savaştan sonra bu statüye kavuşan bir yer burası. Önce alfabe değişiyor. Yön levhalarından, reklam panolarına kadar her yerde Kiril harfleri görüyoruz. Göze batırılan ikinci unsur bayrak. Basit bir sokak arasında bile büyük direklerden sallanan Sırbistan bayrağını görmek mümkün. Şunu peşinen söyleyelim: Bu kadar bayrağı Sırbistan şehirlerinde bile göremezsiniz. Bosna Hersek’in içindeyiz ama Sırp Cumhuriyeti’ndeyiz. Ülke; federasyon, cumhuriyet ve kantonlara ayrılmış durumda. Sırp Cumhuriyeti resmi olarak Bosna Hersek’in içindeki entite (özerk bölge) olarak gözükse de pratikte farklı bir ülke pozisyonu sergilemekte. Federasyon buraya müdahale edemiyor. Buranın tüm müfredatı, siyasi organları, yargısı, yasaması farklı işliyor. Yalnızca harita üzerinde Bosna Hersek’e bağlılar. Bunun dışında Bosna Hersek ile bir bağları yok desek yanılmayız. Bu bölge, Balkanların yeniden şekillenmesinde pazarlık unsuru olarak kullanılabilecek bir yer. Çünkü içinde yaşayanların büyük çoğunluğu Sırp ve kendilerini Sırbistan’a bağlı olarak görüyorlar. Yol boyunca dikkat çeken üçüncü unsur ise insansız bölgelerde bile kilise ya da çan kulesi bulunması. Saraybosna ve Srebrenica arasındaki bu yol her anlamda Sırp imgeleriyle dolu. Srebrenica, Bosna Hersek’in içindeki Sırp Cumhuriyeti’nde yer alan küçük bir kasaba.

Savaştan önce Srebrenica, doğal güzellikleri, sakin yaşantısı, kaplıca ve şifalı sularıyla meşhur, Sırbistan sınırında yer alan turistik bir kasabadır. Savaş öncesi nüfusu 30-35 bin civardadır ve bunun %95’i Boşnak’tır. Savaşın sonlarına doğru bölgeye Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne bağlı Hollandalı askerlerin gelmesiyle güvenli alan ilan edilmiş ve çatışmalardan kaçan sivil halkın sığınmasıyla birlikte nüfusu 100 bine kadar çıkmıştır. BM askerleri ilk iş olarak Srebrenica halkını korumayı garanti ederek, halkın silah bırakmasını istemiştir. Savaşın ilk yıllarında Sırp saldırılarına karşı mücadele veren ve Srebrenica’yı düşürtmeyen Boşnaklar, BM’nin bu teklifini kabul ederek kandırılmış, silahlarını teslim etmiştir. Tüm bu süreci anlamak için halkın geçirdiği ağır savaş psikolojisini ve bahsi geçen günlerin savaşın son dönemleri olduğunu, barış arayışları adı altında yeni haritaların şekillendirildiği gerçeğini de göz önünde bulundurmak gerekir. 1995 Temmuz’unda Ratko Mladic komutasındaki faşist Sırp ordusu, Srebrenica’yı almak için harekete geçer. BM askerlerinin karargâhı Potoçari kasabasında yer alan ve eskiden seri akü yapımının gerçekleştirildiği bir fabrikadır. Büyük depoları, geniş bahçesi ve idari binalarıyla birlikte, 450 kadar Hollandalı askerin kullandığı bir alandır. Sırp güçleri Temmuz başından itibaren Srebrenica’ya taciz atışında bulunur. Bu atışlardan bazıları BM karargâhının yakınlarına isabet eder. BM askerlerinin komutanı Thom Karremanes durumu BM askeri merkezine bildirir. BM merkezinden Srebrenica ve Karargâhı korumak için savaş uçakları havalanır ve bu uçaklar yakıtlarının bittiği gerekçesiyle Srebrenica’ya ulaşmadan geri döner. Srebrenica artık ağır silahlarla vurulmaya başlanmıştır. Kasabada yaşayan herkes BM’in karargâh olarak kullandığı akü fabrikasına sığınmak ister. 10 Temmuz günü Srebrenica ve Potoçari arasındaki 7-8 kilometrelik yol mahşer yeri gibidir. Her yaştan binlerce insan karargâhı doldurur. Bazı insanlar da yoğunluktan ötürü içeri giremez. Sayısı bilinmese de yüzlerce insan da dağ yollarını kullanarak Boşnak bölgelerine geçmek için ormana doğru ilerler. Srebrenica halkının, BM güvencesine sığınmaktan başka seçeneği yoktur. Sırplar da on kadar BM askerini esir almıştır. Mladic ve Karremanes arasında pazarlık başlar. Buna göre;

– Karargâha sığınan tüm insanlar Sırp askerlerine teslim edilecektir.
– Halkın tüm silahları toplanacak ve Sırp askerlerine teslim edilecektir.
– Srebrenica, tek kurşun sıkılmadan Sırp askerlerine teslim edilecektir.

Srebrenica ve üzerinde yaşayan herkesin teslim olması istenmektedir. Mladic ve Karremanes antlaşmayı şampanya ile kutlar. Ratko Mladic, boşaltılmış Srebrenica sokaklarında, Boşnak imgeleri yer alan sokak tabelalarını söktürerek gezerken, tarihe soğuk damga gibi kazınan şu sözleri sarf etmiştir:

“İşte bugün, 11 Temmuz 1995. Sırp Srebrenica’dayız. Kutsal günümüzden hemen önce burayı sonsuza dek Sırp milleti’ne armağan ediyoruz. Müslümanlara karşı yükselişimizi gösterip Türklerden öcümüzü alarak.” ( Bu topraklar asırlar boyu Osmanlı’nın elinde kaldığı için Boşnaklara “Türk” de denilmektedir.)

11 Temmuzda Sırp askerleri karargâha gelir. Neredeyse üst üste yığılmış vaziyette, aç susuz ve terliklerinden başka hiçbir şeyi olmayan insanlara kendini tanıtır Sırp Komutan:

“Merhaba. Ben General Ratko Mladic. Hepiniz güvendesiniz, korkmayın!”

Bu mazlum insanların tutunacak hiçbir dalı kalmamıştır artık. Önce kameralar gelir ve Mladic çocuklara şeker dağıtır, bir iki kadınla sohbet edip dertlerini dinler. Mizansen tüm unsurlarıyla eksiksiz işletilir. Ardından 30 otobüs gelir kampa ve “Hepinizi güvenli bölgeye ulaştıracağız.” sözü verilir. Güvenli bölgeden kasıt Boşnak kontrolündeki Tuzla Bölgesi’dir. İnsanlar otobüslere doğru hareket eder. Bir tuhaflık vardır. Otobüslere yalnızca kadınlar ve bebekler bindirilir. Erkeklerin tümü “Kimlik kontrolü yapıp, ardından serbest bırakacağız.” yalanıyla karargâhta tutulur. Bir kısım kadın ve bebek otobüslerle güvenli bölgeye taşınır ve bu da kameralar tarafından çekilip Sırpların aslında uluslararası savaş kurallarına uygun hareket ettiği imajı oluşturulur. 7 yaşından 70 yaşına kadar karargâhtaki tüm erkekler de 50 – 100 kişilik gruplara ayrılıp, onlarca farklı bölgeye transfer ettirilir. Geride kalan genç kadınların çoğuna da Sırp askerlerce tecavüz ve işkence edilir. Bazı kadınlar bu durum karşısında karargâhta intihar eder. Tüm bunlar olup biterken BM askerleri hiçbir şey olmuyormuşçasına, yalnızca kendi güvenliklerinin derdine düşmüştür. Olaya seyirci kalırlar. Farklı bölgelere transfer edilen erkeklere herhangi bir sorgulama yapılmaz. Küçük gruplara ayrılan Sırp askerleri, yakın tarihin en büyük katliamlarından birine imza atar. Ormanlık alanlar, kullanılmayan binalar ve mağaralar, Boşnak erkeklerinin transfer edildiği yerlerdir. Sırplar, bu katliamları işlerken kendilerine has bazı teknikler de uygular. Örneğin 50 kişilik bir grup infaz edilecektir. Elleri arkadan bağlanmış 45 insan teker teker öldürülür, hepsi birbirinin ölümünü izler. Sonra o beş kişiye mezar kazdırılıp, cesetlerin topluca mezara atılması emredilir. Kafalarına silah dayanmış bu insanlar da söylenenlere harfiyen uyar. Çünkü onlara söylediklerimizi yapmazsanız karargâhtaki kadın ve çocuklarınızı da öldürürüz denmiştir. Çaresiz üst üste gömerler ölüleri ve mezarın kapatılması esnasında enselerine bir kurşun sıkılıp, çukura itilirler. Yine başka bir yerde de kullanılmayan evin içine doldurdukları insanları önce kurşuna dizip ardından binayı yakarak güya iz kaybettirirler. Dağlara kaçan insanları yakalamak için dağı taşı bombalar, dağ çıkışlarını tutar; BM askerlerinin üniformalarını giyip “Korkmayın bize sığının!” diye bağırır, bağırtırlar. Bağırtırlar diyoruz çünkü bu yolla kaçmaya çalışan insanların aileleri ellerindedir ve “Eğer büyük oğluna buraya gelmesi için bağırmazsan, küçüğünün kafasına sıkarız.” gibi tehditler yapılmaktadır. Nihayetinde iki üç gün içerisinde Srebrenica’da 10.000 kadar Boşnak erkek bu şekilde öldürülüp toplu mezarlara gömülür. (Bugün hâlâ bulunamamış ve var olan sınırlar korunduğu müddetçe de bulunması çok zor olan toplu mezarlar vardır.) ‘Bu katliam işlenirken Boşnak ordusu neredeydi?’ diye bir soru doğabilir. Öncelikle şunu söyleyelim, Bosna’nın her bölgesinde çatışma ortamı vardı ve çatışmalar kimi yerlerde Sırp, kimi yerlerde Hırvat ordusu ile bölge halkı arasında geçiyordu. Srebrenica halkı kandırılıp silah bıraktırıldığı için direniş gösteremedi. Boşnakların, Sırplar gibi bir ordusu, ordu kültürü yoktu. Sırplar, Yugoslavya zamanında da askeri alanda tek hâkimdi. Sırp saldırılarının başlamasıyla kendiliğinden ve tamamı halktan oluşan Boşnak Armija’sı kuruldu. Srebrenica’da ise böyle bir katliam beklenmiyordu. Yine de bazı birlikler Srebrenica’yı çevreleyen dağın etrafındaydılar. Sayıları çok azdı. Herhangi bir müdahalede bulunamadılar. Bunun iki sebebi var. Birincisi, Sırpların Srebrenica’ya girdiğinden haberdardılar; ama orada ne olup ne bittiğini bilmiyorlardı. İçeri girmelerinin nasıl bir sonuç doğuracağını kestiremediler. Çünkü orası BM garantisindeki güvenli bölgeydi. İkincisi de dağlara kaçan insanlar. Yüzlerce insan dağlardaydı. Açılacak bir ateşte bu insanlar da ölebilirdi. Bu yüzden bir şey bilmeden ve yapamadan beklediler.

Tüm bu duygularla giriyoruz karargâh olarak kullanılan akü fabrikası ya da diğer adıyla Potoçari Toplama Kampı’na. Yukarıda anlattıklarımız sanki dün yaşanmış gibi. Her şey çok canlı. Müthiş bir karamsarlık yağıyor tavanlarından. Ana kapıdan büyük hangara giriyoruz. Yüksek tavanlı, içerisinde anı odası bulunan ve toplu mezarlardan çıkartılan birkaç parça eşyanın sergilendiği bir yer. Hiçbir şey bilmeseniz de sizi buraya getirseler, yaşayacağınız tek şey yine büyük bir karamsarlık olur. Karargâhın her yerini geziyoruz. Askerlerin yaşadıkları yer fabrika zamanının idari ofisleri. Fabrika girişinde büyük harflerle yazılmış UN yazısı hala duruyor. İnsanların toplandığı alan da arka tarafta kalan çimenlik. Fabrikanın tam karşısında da Potoçari Şehitliği var. Toplu mezarlardan çıkartılan cesetlerin her yıl 11 Temmuz’da törenle defnedildiği mezarlık. Bize göre bu iki yapı Batı zihniyetini temsil etmektedir. Potoçari Toplama Kampı ve Potoçari Şehitliği arasında bir dakika durup sağa sola bakarsanız Batı’nın ne olduğunu da görebilirsiniz.

Şehitlik girişinde yine küçük bir anı odası, açık hava mescidi ve 8372 yazılı anıt var. Bu rakam iki-üç günlük sürede katledildiği tahmin ve tespit edilen insan sayısı. 1991 yılından beri nüfus sayımı yapılmadığı için gerçek sayının ne olduğu hiçbir zaman bilinemeyecektir. Şehitliğin tamamı Boşnak erkeklerinden oluşuyor. Yalnızca bir Sırp var. O da toplu mezarlardan çıkmış. Ya dilsizdi, ya da zalimden yana olmak istemedi, bilmiyoruz, fakat o da şehitlikte yer alıyor. Bir de 22 yaşında kadın var. İki haftalık evliymiş. Kocasıyla birlikte dağ yolunu kullanarak kaçmak istemiş. Yakalanmışlar, sonrası malum. O da toplu mezarlardan çıkartılmış.

Srebrenica, tam anlamıyla hayalet kasaba. Merkezi çok küçük, sokakta kimse yok. Savaş öncesi %95 olan Boşnak nüfusu bugün % 5 civarlarındaymış. Bunlar da ağırlıklı olarak köylere dağıtılmış. Merkeze 30 kilometre uzaklıkta ve Sırbistan sınırına birkaç yüz metre mesafedeki Boşnak köyünü ziyaret ediyoruz. Köye ulaşmak oldukça zor oluyor. Bölgedeki diğer Boşnak köyleri gibi yolları çok kötü. Köy meydanında, savaş zamanı öldürülen 160 insanın isimlerinin yazılı olduğu büyük bir anıt var. Bugün köyde 50-60 kadar insan yaşıyor. Bunların yarısı yaşlı kadın, birkaç da çocuk var. Köye ilk ayak basan Türkler bizmişiz. Özlemle kucaklaşıyoruz direnen bu insanlarla. Elimizdeki Türk bayrağını alıp şehitliğe asıyorlar. Yaşlı kadınlar bizi görünce ağlıyor, sarılıp eşlik ediyoruz gözyaşlarına bu nur yüzlü teyzelerimizin. Erkeklerin hepsi dağa kaçıp hayatta kalmış. Kaçış hikâyelerini dinliyoruz, damarlarımızdan kan çekiliyor. Anlatmaya başlıyor bir adam: “İki buçuk ay dağda saklandım, ot yedim, yaprak yedim. Çoğu kez askerleri gördüm, gece gündüz kaçtım. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Müslüman bölgesine ulaştığımda ayakkabılarım, kıyafetlerim derime yapışmıştı. 40 kiloya düşmüştüm…” Diğer erkeklerin de hikâyeleri böyle. Kendi imkânlarıyla yaptıkları ufak bir binaları var ve o bina köylünün can damarı. Binayı çok yönlü kullanıyorlar. Okul, sağlık ocağı, muhtarlık… Bizi de orada misafir ettiler. Akşamdan önce başka bir köye gitmek için ayrıldık. Gittiğimiz köydeki manzara da bir öncekinden farksızdı. 7 kişinin yaşadığı bir köye gittik. 4 küçük kız, anne, baba ve teyze. Barakada yaşıyorlar. Hikâyeleri farksız. İstanbul’a davet ettik aileyi, gelemeyiz dediler. Oğulları bu sene çıkartılmış toplu mezardan, 11 Temmuz’da defnedilecekmiş. Biraz da yüzümüzü kızartıp “Neden gitmiyorsunuz buralardan?” dedik. Bu soru karşısında hem bizi utandıran hem de umutlandıran şu cevapları duyduk her birinden: “Atalarımız, arkadaşlarımız, kardeşlerimiz buralarda öldü, biz de buralarda öleceğiz. Buralardan gidersek, yalnızca bedenlerimizi değil, buraya umut bağlamış insanların umutlarını da götürürüz. Bu yüzden ölene dek buradayız.” Bu cevap aslında şu manaya geliyordu: Sizler de kucağınızdaki meyve tabaklarıyla burayı izleyecek değilsiniz, bir gözünüz, bir eliniz burada olmalı. Burayı sahiplenmelisiniz.

Bugün Srebrenica ve Potoçari’de bin kadar Boşnak yaşıyor ve bu insanlar çok yakın tarihte katliam geçirmelerine rağmen orayı terk etmiyor. Üstelik hiçbir resmi kurumda çalışmalarına müsaade edilmeden, sürekli baskı altında hayat sürüp kaybedilmiş bir toprağa adeta umut ekiyorlar. Potoçari ve Srebrenica’nın köyleri; nitelikli hareket, onurlu yaşayış ve esas duruş nasıl olur sorusunun cevaplarını taşımaktadır.

Devam Edecek…

Yazının 1. Bölümüne buradan:
Yazının 2. Bölümüne buradan:

Yazar Blogları için:
Nurdal Durmuş: www.nurdaldurmus.com
Gökhan Şimşek: www.gokhansimsek.com.tr